CHP’nin kafası giderek karışıyor!
CHP’nin hazırladığı yeni ekonomi programı “kesinlikle Keynesçi ve solda” olacakmış, dün Milliyet’te okudum.
Haberi yazan Milliyet’in ekonomi müdürü olmasa, tecrübesiz bir muhabir olsa “Herhalde yanlış anladı” diye düşünebilirdim. Ama Murat Sabuncu tecrübeli bir arkadaşımız, böyle bir hata yapmaz.
“Neo Keynesçilerin” zaman zaman “neo Marksist” diye nitelendiklerini duymuşluğum var ama hem Keynesçi hem de solcu nasıl olunacak çok da anlayabilmiş değilim.
Merak ettim, bu yeni program partinin organlarında tartışılıp da mı kabul edildi? Orada tartışıldıysa, hepsi bu işleri benden daha iyi bilen CHP’nin tanınmış iktisatçıları ne dediler?
Bu bana biraz “oksimoron” gibi geliyor. Keynes ile Marks’ın yan yana gelmesi yani!
Benim CHP’li kafası karışık iktisatçılara önerim şu olabilir: “Biraz ondan, biraz bundan alalım, kendimize göre bir ekonomi modeli kuralım” fikri her zaman iyi sonuçlar vermese ve iç tutarlılığını kaybetmiş programlara neden olsa bile daha önce denenmemiş bir şey değil.
Zaten dünyada da artık eskisi gibi “tek bir teori üzerine kurulmuş modellere” pek rastlanmıyor.
Ama bunları böyle isimlendirene de rastlamadığımı söylemeliyim.
Hatta böyle özel bir şekilde isimlendirmekten özellikle kaçınıldığını bile söyleyebiliriz.
Yeri gelmişken “CHP’deki yenilenme kurultayı” ile ilgili iki küçük notumu da aktarayım:
Deniz Baykal’ın “Bu partiyi barajın altından ben alıp yüzde 23’lere taşıdım” dediğini geçenlerde gazetede okudum. Hatırlayın bakalım, CHP barajın altına düştüğünde genel başkan kimdi?
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kurultay şarkısı için stüdyoya girdiğini gösteren fotoğraflarda Edip Akbayram da vardı. Akbayram’ın sanatçı geçmişine ve kişiliğine elbette büyük saygı duyarım. Ama Türkiye gibi bu kadar değişmiş, nüfusunun neredeyse yarısı Akbayram’ın adını bile duymamış bir ülkede, hâlâ eski defterlerde şarkı aramanın ne anlamı var? CHP’de radyolarda ne çalıyor, kimin şarkıları halka daha yakın geliyor diye merak eden kimse yok muymuş?
Türk polisi doğrusunu biliyor ama
EMNİYET Genel Müdürlüğü Güvenlik Dairesi, İnegöl ve Dörtyol’da meydana gelen olaylarda polisin tutumunu incelemiş ve bununla ilgili bir rapor hazırlamış.
Raporun şu bölümüne dikkatinizi çekmek istiyorum: “Anayasa’da bir insan hakkı olarak tanınan toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde polisin temel görevi, toplantı ve gösteri yürüyüşünün huzur içinde geçmesini sağlamaktır. Toplumsal eylemlerde polisin asli görevi, eylemin çevreye veya polise karşı şiddete dönüşmediği müddetçe huzur ve güven içinde gerçekleşmesini temin etmektir!”
Bunun benzerini kamuoyunda çok tartışılan, gösterilere polis müdahalesinin ardından kim bilir kaç kere yazdım.
Ortaya çıkıyor ki Türkiye’de emniyet teşkilatı içinde de modern bir toplumda polisin görevinin ve işlevinin ne olması gerektiğini bilen, yönetici konumda birçok polis var.
Ama her nasılsa onların bu tespitleri, bir genel davranış biçimi olarak “sokaktaki” polise yansımıyor.
Ya bu konudaki eğitim ihmal ediliyor ya da görevdeki polis yöneticileri hâlâ eski kafadalar!
Türkiye’yi yeni bir gerilim içine sürükleyen Dolmabahçe’deki öğrenci gösterileri sırasında, polis Güvenlik Dairesi uzmanlarının önerdiği gibi davranmış olsaydı, bugünkü tartışmaları yaşamayacaktık. Büyük olasılıkla Ankara’daki “yumurta şenliği” de yaşanmayacaktı.
Londra’daki gösterileri televizyondan izledik. Polis, gösterici kalabalığı çevirdi, etrafa zarar vermelerini önledi ama kimseye tekme-tokat dayak atmadı. Sonunda yorulan kalabalık da ağır ağır dağıldı, gitti!
Güvenlik Dairesi’nin raporu, sanki o olay incelenerek yazılmış gibi ama biliyoruz ki o olaydan çok önce yazılmıştı.
Acaba böyle olaylarda nasıl davranacaklarını bilmeyen polis yöneticileri görevden alınacaklar mı? Burhan Kuzu, onların da istifasını isteyecek mi?
Silah lobisinin ‘fitilleme’ başarısı
TBMM komisyonunda kabul edilen yeni silah yasası tasarısından nasıl bir sonuç çıkacağını tahmin etmek için insanın falcı olması gerekmiyor.
Bu ülke, çabuk sinirlenen ve hak arama işini kendisi görmek isteyen magandalar ile dolu.
Bıçağın bir cinayet silahı olarak bu kadar yaygın kullanıldığı bir ülkede, insanların ceplerine kolayca birer tane de tabanca koymalarının yolunu açmak nasıl bir aklın ürünü, anlayabilmek zor.
Düğünlerde, maç kutlamalarında bile insanlar ateşli silahlar kullanmaya çekinmiyorlar. Her yıl birçok insan bu nedenle hayatını kaybediyor, sakat kalıyor.
Sıkı bir ruhsat uygulaması bile bireysel silahlanmayı zor engellerken, şimdi bu uygulamayı gevşetmek, canı her isteyenin kendisine bir tane de değil, beş tane silah almasına olanak vermek toplumsal bir cinnete çanak tutacak bir davranıştır.
Bu gerçekler ortadayken, silah edinmenin kolaylaştırılmasının bir tek amacı olabilir: Silah satışını hızlandırmak!
Belli ki silah lobisi TBMM’de bir hayli güçlü ve kamuoyundaki tepkinin TBMM’ye yansımasının önüne geçiyor.
Bu tasarıdan anladığım şu: Silah lobisi, milletvekillerini nasıl “fitilleyeceğini” iyi biliyor!