Çocukları bayramda peşmerge kılığına sokmak
TÜRK Silahlı Kuvvetleri imzalı bir afiş gördüm dün. Nevruz için bastırılmış. Üzerinde “Huzur, sevgi ve barış getirmesi dileğiyle Nevruz Bayramınız kutlu olsun” yazısı okunuyor.
Afişin fotoğrafında belli ki ataları dedemin memleketinden gelmiş sarışın bir kız çocuğu var. Altı, yedi yaşlarında olmalı. Elinde beyaz bir çiçek var.
Bu afişin fotoğrafını bugün Hürriyet’te siz de gördünüz.
Dün Hürriyet’in yazı işleri toplantısında gördüğüm fotoğraflar arasında ülkemizin güney doğusunda çekilmiş olanlar da vardı.
Peşmerge kıyafeti giydirilmiş minik çocukları gösteren fotoğraflardı bunlar.
TSK’nın afişindeki çocuklardan hiçbir farkları yoktu benim için.
Sadece benim için değil, bu ülkede çocukları seven herkes için aynıydılar.
Sarılıp içinize sokmak isteyeceğiniz, dünyanın ve kötülüklerinin farkında olmayan, bir kırmızı balonla mutlu olacak çocuklar!
Peşmerge kılığındakileri görünce kendi çocukluğumu hatırladım. Yavrukurt olduğum günleri… İlkokul 5’teyken de “subay” kılığındaydım, bir 23 Nisan’da.
Bizim zamanımızda “televizyon dizileri ve filmlerin çocukları şiddete yönelteceği” bilinmiyordu.
Şimdi maşallah bunu herkes biliyor ama çocukları “militer kılıklara” sokmakta da kimse bir sakınca görmüyor.
Ortadoğu coğrafyasında çocukları siyasi ve bazen de silahlı mücadelenin önüne sürmekte sakınca görmemek o kadar yaygın bir eğilim ki, bir “bahar bayramında” çocukların militer giysiler içine sokulmasını hiç yadırgamıyorum artık.
TSK’nın afişine “barış” sembolü olarak bir kız çocuğunu koymayı akıl edenler de bu ülkede yaşıyor, minik çocuklara peşmerge giysilerini uygun görenler de!
Ağzından “barış” sözünü düşürmeyenler çocukları para militer kılıklara sokarken, işi “askerlik” olanların afişinde militarizmin m’si yok.
Üzerinde durmaya değer bir tablo gibi geliyor bana.
Sistemi yıpratmayalım soruşturma açılıyor!
BİLİM adamları yüz milyon yıldır seks yapmayan bir canlı bulmuşlar. Hürriyet’te bugün haberini okuyacaksınız.
Bu canlının fotoğrafına bakınca yazı işlerindeki arkadaşlarla şu yorumu yaptık: Evet, böyle bir tipin varsa yüz milyon değil, üç yüz milyon yıl da yaşasan kimseyle seks yapamazsın!
Böyle haberler, yazı işlerinde gün içinde aldığımız bazı haberlerin içimizde yarattığı sıkıntıyı dağıtmak için bir vesile olur.
Espriler birbirini kovalar, beş dakikalığına herkes lise yıllarındaki “teneffüs” ruh durumuna girer. Dün de böyle oldu.
Meselá benim en çok canımı sıkan haberlerden birisi, Bakırköy’deki yeni Adalet Sarayı’na taşınırken “ödenek yetersizliği nedeniyle, dosyalarını çuvallar içinde kendileri taşıyan savcılara soruşturma açılması” haberiydi.
Soruşturmanın açılmasının nedeni “adalet sisteminin yıpratılması” olarak açıklanıyor.
Böyle bir soruşturma açılacaksa, bu fedakár savcılara yönelik olmamalıydı.
Soruşturma, meselá yüksek yargı organlarının seçimine siyaset bulaştırmak isteyenler için açılabilirdi.
Hırsızların, yan kesicilerin, trafik katillerinin hemen serbest kalmasını sağlayan yasaları düzeltmeyerek, adalet sistemine olan güveni sarsanlara karşı da bir soruşturma uygun olabilirdi.
“Yargının bağımsızlığı” nutukları atarken “yargının tarafsızlığını” unutanlar için de bir soruşturma iyi giderdi.
Hiçbir neden ortada yokken zenginleşenler için de esaslı bir soruşturma iyi olurdu.
Ama “adalet sistemini yıpratma” soruşturmasının en son açılacağı kişiler de her halde kendi işini kendisi gören, devletten hamal parası beklemeyen savcılar olmalıydı.
Nasıl oluyor da oluyor?
DIŞİŞLERİ Bakanı Abdullah Gül, Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bilá ile kendi deyimiyle “çok dürüst ve açık bir şekilde” görüşlerini paylaşmış.
Gül, “Yolsuzluk yoktur, sıfırdır demiyorum. Bu konuda ne dindarlık, ne milliyetçilik, ne solculuk, ne yurtseverlik, bunların hiçbiri yolsuzluğun ilacı değildir. Yolsuzlukla mücadelenin tek kuralı şeffaflık ve cezadır” diyor.
Gül, iktidarları döneminde yolsuzluk, usulsüzlük ve kayırmacılığın tümüyle kalkmasa bile eskiye göre çok azaldığını da savunuyor.
Belli ki Abdullah Gül, kendisi bu işlerin içinde olmadığı için her şeyin eskisinden daha iyi olduğunu zannediyor.
Çağrı usulü yapılan ihalelerden, ülkenin en büyük müteahhitlerinin yeterlik belgesi alamadığı işleri dün kurulmuş şirketlerin aldığından, Ankara’da yeni türedi iş takipçilerinin varlığından haberi yok.
Oysa kendisine sadece şu soruyu sorsaydı bile, memleketin dört bir köşesinde nelerin döndüğünü daha iyi anlayabilirdi:
“Eskiden Fatih’teki tesettür dükkánlarından giyinen bu hanımlar, şimdi ne oldu da Burberry, Gucci, Louis Vuitton, Prada’dan başka bir şey giymez oldular?”