BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan mal varlığını yarın açıklayacak.
Liderlerin mal varlıkları ile ilgili tartışma, hatırlayacaksınız Maliye Bakanı Kemal Unakıtan‘a atfedilen “Baykal’ın bir milyon yeni lirası var” sözleri ile başladı. Yaklaşık bir haftadır da “olanca hızıyla” sürüyor.
Olur olmaz zamanlarda şaka yapma huyumu biraz tedavi etmemiş olsaydım, aradan geçen bir haftadan sonra randevu günü olarak “salı”nın verilmesini şöyle değerlendirebilirdim: “Kolay değil tabii, ancak sayacak!” Ama bunu yapmayacağım.
Başbakan, keşke bunu çok daha önce, Türkiye’nin yönetimine talip olduğunda yapsaydı ve Türkiye bir Başbakan’ın mal varlığını tartışmak gibi bir utancı yaşamasaydı diye düşünüyorum.
Gerçi buna alışkın sayılırız. Bohçadan çıkan altınları, aniden “parlak iş adamı” oluveren kardeş ve yakın akrabaları, sünnette takılan altınların iyi bir yönetimle çoğalıvermesini artık yadırgamıyoruz.
Bizim kültürümüzde “çok para haramsız, çok söz yalansız olmaz” diye bir söz var. Adı konulmamış bir tür “servet düşmanlığı” toplumumuzun en belirleyici özelliklerinden birisi.
Ve bu durum “çok para” sahibi olanların, durumlarını gizleme, varlıklarını saklama sonucunu da yaratıyor.
Eminim ki siyasetçilerimizin büyük çoğunluğu aynı endişe içinde. Mal varlıklarını ısrarla gizlemeye çalışmalarını başka türlü açıklamakta zorlanıyorum. Oysa Türkiye gibi vergi verilmeyen, işçilerin sigortasız çalıştırılabildiği, bugün bir liraya aldığınız arsanın iki sene sonra on lira edebildiği bir ülkede zengin olmak o kadar da zor olmamalı.
Öte yandan “çok paranın haramsız olmayacağı” inancı sadece toplumdaki bireyleri değil, devlet yönetimimizi de etkiliyor. Bankalardaki 50 bin YTL’nin üzerindeki hesaplara yönelik olarak vergi denetim elemanlarının soruşturma yapmasını nasıl açıklayabiliriz aksi takdirde? Vergi elemanlarının kökenini araştıracakları “servet” ancak bir otomobil almaya yetecek bir para çünkü.
Başbakan şimdi bütün bu tartışmalara yeni bir boyut kazandırma olanağını yakalamış bulunuyor. Servetini açıklarken, bunu hangi yolla ve ne zaman kazandığını, vergilerini ne şekilde ödediğini de açıklarsa çok iyi olacak. Kendisi için de, toplumumuz için de.
Pozitif gelecek-negatif bugün!
İSTANBUL’da “Medeniyetler İttifakında Kadın” konulu uluslararası bir kongre toplandı. Gazetelerde kongreye kimlerin katıldıklarına ilişkin çok ayrıntı bulamadım. Kongreye katılanlar için gece Esma Sultan Yalısı’nda bir kokteyl verilmiş, defile düzenlenmiş.
Modacı Özlem Süer‘in “Pozitif Gelecek” isimli defilesindeki mankenlerin giysileri ile protokol koltuklarında oturan türbanlı hanımların giysileri açık bir tezat oluşturuyor. Fotoğraflardaki türbanlı izleyicilere bakarken (aralarında Emine Erdoğan da vardı) “Acaba bu da negatif bugün mü?” diye düşünmeden edemedim.
Ve bir not daha: “Medeniyetler ittifakı” için düzenlenen kokteylde içki servisi yapılmamış. İçki isteyenler içkilerini barda içmek zorunda kalmışlar. Bunun nasıl bir “ittifak” olduğunu anlayamadım? Başkalarının isteklerine ve yaşam biçimlerine saygı göstermeyen bir “yasakçı zihniyet”, medeniyetler arasında nasıl bir ittifak kurabilecek?
Çuvaldıza sarılmadan önce!
TOPLUMUN değişik kesimlerinin kendi aralarında örgütlenerek ülke sorunları ile ilgili görüşlerini açıklamalarının temel bir demokratik hak olduğunu düşünürüm. Bu demokratik çok sesliliğin bir gereğidir ve bundan ülke için sadece “yarar çıkar“?
Ancak bizim ülkemizde bu tür “örgütler” doğrudan muhalif bir söylemi tercih ediyorlar. Aynı zamanda da kendilerine karşı da inanılmaz koruyucu bir tavır içindeler.
Mesela, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Yiğit Alpogan‘ın “Türk yargısı eğitilmeli” şeklindeki sözlerine en büyük tepki Yargıtay‘dan geldi. Alpogan’ın sözlerinde bu kadar alınacak bir şey yoktu diye düşünüyorum. Hákim ve savcıların eğitilmesinde ya da bunun istenmesinde ne gibi bir kötülük olabilirdi ki? Oysa Yargıtay, toplumun tüm kesimlerini, devlet yönetiminin değişik kademelerini eleştirebiliyor. Adli yıl açılış konuşmalarını hızla bir okusanız bundan payını almayan her hangi bir kesim göremezsiniz.
Benzeri bir durum TÜSİAD için de geçerli? Seçim sisteminden tutun da, eğitim düzenine kadar her konuda görüşü ve eleştirisi var TÜSİAD’ın? Ama bir kere de ortaya çıkıp, kendi üyelerine “verginizi doğru verin, sigortasız işçi çalıştırmayın, böyle firmalarla fason üretim ve ortaklıklar yapmayın, çevreyi kirletmeyin, hakkınızda olumsuz yayın yapanlara reklám ambargosu koymayın” dediğine de tanık olmadım. Dediyse de o kadar cılız söylemiş olmalı ki ben duymadım!
Ticaret Odaları Başkanları her fırsatta görüşlerini açıklıyorlar. Kıbrıs’tan tutun da, futbol federasyonuna kadar? Ama kendi üyelerine “bala zehir katmayın, gramajla oynamayın, bibere tuğla tozu katmayın, alış verişlerde mutlaka fiş kesin” dediğini hiç duydunuz mu?
Evet, herkes her konudaki fikrini açıkça söylemeli ama herkes önce kendi evini temiz tutmalı, kendisiyle ilgili eleştirilere de hoşgörü gösterebilmeli?