Darısı öncelikle kimin başına?
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Amerikan seçimlerine hâkim olan havayı çok sevmiş.
Şöyle diyor: “Bu arada özellikle ABD’deki demokrasinin bu seçim kampanyası esnasındaki güzel bir yanını vurgulamakta fayda görüyorum. Bu da her iki önemli ismin bu mücadele esnasında sergilemiş oldukları performans takdirin üzerindedir. Birbirlerine karşı oldukları tavır takdire şayandır. Özellikle üç münazarada takındıkları tavrı takdir ediyoruz. Ve darısı da başımıza diyoruz.”
Bu sözleri söyleyen kişi ile iki gün önce Meclis kürsüsünden “çölde kutup ayısı ile karşılaşan bahtsız bedevi” fıkrasını anlatan kişi aynı.
Obama’nın rakibinin Mormon tarikatına mensup olmasını diline dolamamış olmasını takdir ediyor ama kendisi seçim meydanlarında rakibini Alevidir diye yuhalatabiliyor.
Seçim yarışına girmiş politikacıların, televizyonda halkın önünde birbirleriyle medeni biçimde tartışmalarını takdir ediyor ama kendisi benzer bir tartışmanın televizyonda yapılması taleplerini “Aynı kümede değiliz” diyerek reddedebiliyor.
Televizyonda kendisine sayıda kusur etmeyecek, canını sıkmayacak soruları soracak gazetecileri seçiyor, Amerika’da böyle bir şeyin kimsenin aklına bile gelmeyeceğini ihmal ediyor.
Amerika’da olunca takdir ediyor, Türkiye’de esip gürlüyor!
Tutarlı davranmayı insan kendisine dert etmeyince, bir gün öyle söyleyebiliyor, bir gün böyle!
Mahkemenin zamanını boşa harcamak
ULUSLARARASI sularda seyir halinde iken İsrail ordusunun saldırısına maruz kalan Mavi Marmara gemisi ile ilgili olarak açılan davanın ikinci duruşması yapıldı.
Mahkeme, söz konusu saldırıya katılıp insanların ölmesine ve yaralanmalarına neden olan İsrailli askerleri yargılıyor.
İsrailli askerler elbette Türkiye’de değiller, büyük olasılıkla yargılandıklarından bile haberdar değiller.
Ama kanun gereği İstanbul Barosu askerlerin savunmaları için avukat görevlendirmiş.
Avukatlar, mahkeme başkanına soruyorlar: “Sanıklar ile görüşmeden nasıl savunma yapacağız” diye.
Mahkemenin yanıtı: “Usulen mahkemede bulunuyorsunuz, savunma yapmanıza gerek yok!”
Zaten öyle görünüyor ki yargılama da “usulen” yapılacak, âdet yerini bulacak. Çünkü sanıkları yakalayıp getirme olanağı da yok, ceza verilirse onu uygulama olanağı da!
Kendi kendimize bir “gaz alma operasyonu” yapacağız, dostlar mahkemede görecek!
Hatırlarsınız, Almanya’daki ikinci Deniz Feneri e. V. davası, iddianamesi hazır olmasına rağmen başlamadı. Alman savcılığı, sanıkların Almanya’ya iade edilmeyeceklerini düşündüğü için mahkemeyi bir nafile yargılama ile meşgul etmeme kararı verdi. Günün birinde sanıkları ele geçirebilirlerse yargılamayı o zaman yapacaklar.
Türkiye’de mahkemelerin iş yüklerinin ağırlığından, bu nedenle yargılamaların uzayıp gitmesinden söz ediyoruz.
Ama hiçbir sonuç doğurmayacak bir yargılama için bir Ağır Ceza Mahkemesi’nin vaktini boşa harcayabiliyoruz.
Yandaş olunca sistem koruyor tabii!
YENİ Akit gazetesi, yazar Ali Bayramoğlu’nu okuyucuları arasında bulunduğunu varsaydığı “meczuplara” hedef göstermek için yayın yapmış, Bayramoğlu’nun “Ermeni kökenli” olduğunu ve “Ermeni tezlerini ırkçı bir saikle savunduğunu” yazmıştı.
“Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Karşı Dur De” isimli bir sivil girişim, bu yayınlarda ırkçı nefret suçu işlendiğine ilişkin olarak savcılığa “suç duyurusunda” bulunmuştu.Savcılık konuyu inceledi ve gazete hakkında kovuşturmaya yer olmadığı gerekçesiyle takipsizlik kararı verdi!
Bir etnik kimliği hakaret etmek amacıyla kullanmak demek ki “nefret suçu” oluşturmuyormuş!
Fazıl Say’a, Twitter’da yolladığı bir mesaj için dava açan adalet sistemi, ırkçı aşağılamanın bir nefret suçu oluşturmadığına inanıyor!
Muhalif aydınlar için vakit geçirmeden her türlü suç duyurusunda dava açan sistem, yandaş bir gazeteyi korumak gibi bir refleks geliştirmiş belli ki!