Başbakan Ahmet Davutoğlu’na bakacak olursak Türkiye şimdiki meclisin görev süresi içinde bir “demokratik Anayasa”ya kavuşacak.
Bunun için sözler verdi, konuşmalar yaptı.
O konuşmaları dinlerken ağzından bal damladığını düşünebilirsiniz, güçler ayrılığından söz ediyor, demokrasiden bahsediyor, Türkiye’nin özgürleşmesinden dem vuruyor.
Bunun için parti liderlerini ziyaret etti, TBMM Başkanı mektuplar yazdı filan falan!
Niye yazının tam burasında “filan falan” dediğimi açıklayayım.
Çünkü Başbakan, aslına bakarsanız bu yeni Anayasa’yı, Türkiye’nin demokratikleşmesi için filan değil, şimdiki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlık yetkileriyle donatılması için istiyor.
Çünkü değerli okuyucular, bu arkadaşların demokratikleşme ile ilgili bir sorunları yok.
Hatırlarsınız, barış süreci henüz rafa kalkmadan önce de aynı şeyi yazmıştım.
Bunlar, Kürt sorununu demokratik yollardan çözemezler çünkü kendileri esasen demokrat değildir.
Ülkenin batısında demokratik hakların kullanılmasına tahammül edemeyen bir iktidarın, ülkenin doğusunda demokrat olabilmesi mümkün değildi.
Nitekim zamanında seçim kazanmak için başlayan barış süreci, seçim kazanmak için bu kez savaş çıkarmak gerekince rafa kaldırılıverdi.
Seçim kazanmak için o zaman PKK’nın silah yığmasına müsaade etmek gerekiyordu, şimdi seçim kazanmak için tankla, topla şehir sokaklarında operasyon yapıyorlar.
Yani bu arkadaşlar için demokrasi hedefe varıldığında inilecek bir tramvaydan ibaretti ve öyle olmaya da devam ediyor.
Binden fazla akademisyen bir bildiri yayınladı.
İçeriğini tartışabilirsiniz, eleştirebilirsiniz, ona karşı bir bildiri de siz yayınlayabilirsiniz.
Normal demokrasilerde böyle olur, normal demokratlar böyle davranır çünkü.
Ama “demokratik sivil Anayasa” yapacaklarını iddia edenlerin tavrına bakın: Hain ilan etmeler, savcıları akademisyenlerin üzerine salmalar, üniversiteden atmaya kalkışmalar, bu insanları o cenahta kolayca bulunan “katil ruhlu meczuplara” hedef göstermeler, sabahın köründe terörist evi gibi ev basmalar.
Her gün bu akademisyenleri hedef gösteriyorlar, savcılarını harekete geçiriyorlar, polislerine ev bastırıyorlar ve sonra da karşımıza çıkıp, alay eder gibi “sivil, demokratik Anayasa”dan söz ediyorlar.
Hadi oradan, siz önce demokrat olun, Anayasanız eksik kalsın!
———————————–
Herkes Erdoğan’a çalışıyor
Son “bugün seçim olsa” araştırmaları gösteriyor ki HDP bugün seçim olsa barajın altında kalacak.
Bu parti, sadece batıda değil, Doğu ve Güney Doğu’da da oy kaybediyor.
MHP’nin durumu da kritik. Barajın kıl payı üzerinde görünüyor ve bugün seçim olsa barajın altına yuvarlanması da işten değil.
CHP malum, bağladığın yerde durmaya devam ediyor.
AKP ise şimdiden 55’leri görmüş durumda.
Bu tabloya bakınca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın aklından neyin geçtiğini anlayabilmek de mümkün oluyor.
Denediği ve 1 Kasım seçiminde sonucunu aldığı “gerilimi arttır, düşmanları çoğalt, milleti korkut, oyları kap” stratejisi öyle görünüyor ki bir olası erken seçimde hep hayalini kurduğu 400 milletvekilini hizmetine sunacak gibi görünüyor.
Onun için sokağa çıkma yasaklarıyla da desteklenen operasyonlar aynen devam edecek. Yeni “kötülük kaynağı” olarak sunulan akademisyenlere, başka gruplar da eklenecek.
Yakında “muhalefet Anayasa yapmaya yanaşmıyor” denilerek erken seçim ilan edileceğini de göreceğiz.
Türkiye beceriksiz ve akılsız bir muhalefetin de desteğiyle, hızla otoriterizme sürükleniyor.
—————————-
Diyanet’e bir iletişim danışmanı lazım
Diyanet’in “fetva” sitesinde yayınlanan ensest ile ilgili “ahlaksız” yanıt ile ilgili olarak Diyanet İşleri Başkanlığı önce şu açıklamayı yaptı:
“Elektronik ortamda türlü hile ve desiselerle, çeşitli kelime oyunlarıyla, kendisini vatandaş yerine koyarak platforma soru sorup aldığı cevapları da tahrif ederek, bunu Başkanlığımızı itibarsızlaştırmanın bir yöntemi olarak kullanmak hiçbir akıl ve vicdan tarafından kabul edilemez.”
Ardından Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Ekrem Keleş “böyle bir fetvamız kesinlikle olmamıştır, olmaz, olamaz” dedi.
Keleş’in açıklamasında şöyle deniliyordu:
“Alınan güvenlik hizmeti raporuna göre Din İşleri Yüksek Kurulumuzun sitesi son günlerde pek çok saldırıya maruz kalmıştır. Yüce dinimiz İslam’a yönelik olumsuz algı oluşturmak amacıyla planlanan bu edep ve ahlak dışı sabotajın sorumluları en kısa zamanda tespit edilerek, adalete teslim edilecektir.”
Önceki gün de Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez aynı konuyla ilgili olarak şunu söyledi:
“Uzmanların hükmü inşa ederken istifade ettiği tarihteki bilgi notları var. O bilgi notları içerisinden iki tane Arapça alıntının ve o Arapça alıntıların yanlış Türkçe tercümelerinin sadece bir yerde cevabın içerisine derc edildiğini görüyoruz. Bu teknik bir hata mıdır? Bu bir zühul mudur? Bu bir kasıt mıdır? Bunu bütün güvenlik birimleri araştırdılar. Biz ilgili arkadaşları, ihmali olan arkadaşları soruşturmanın selameti açısından açığa aldık.”
1 – Birinci açıklamada sitenin hacklendiği ima ediliyor.
2 – İkinci açıklamada sitenin saldırıya uğradığı açıklanıyor ve sabotajdan söz ediliyor.
3 – Üçüncü ve son açıklamada yanlış tercümeden söz ediliyor ve uzmanların bunu zühulden mi (yani “iyi niyetle, yorgunluktan, iş çokluğundan vs. yanılma – unutma – aksatma) yoksa kasten mi yapıldığının araştırıldığı söyleniyor ve uzmanların bu nedenle açığa alındıkları söyleniyor.
En son yapılan açıklamanın en doğru açıklama olduğunu kabul ediyorum çünkü bizzat Diyanet İşleri Başkanı’nın kendisi söylüyor.
O zaman sormak gerek, neden ilk açıklamada doğru dürüst araştırılmadan hacklenme ima edildi? Neden ikinci açıklamada bunun bir sabotaj olduğu söylendi?
Şunu söyleyebilirim: Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kriz yönetiminden de anlayan çok kaliteli bir iletişim danışmanına ihtiyacı var!
—————————–
