Demokratik olmayan partiler sorunu
BEN bu yazıyı yazmaya başladığımda AKP Kongresi yeni başlamıştı. Ama maç sonunu beklemeden maçın sonucu ile ilgili yazı yazmak gibi bir durum değil bu, çünkü kongrenin nasıl sonuçlanacağını biliyoruz. Başbakan bir liste koyacak ortaya ve delegeler o listeyi sandığa atarak AKP’nin yeni yönetim kadrosunu belirleyecekler.
Siyasi partiler Türk demokrasisinin vazgeçilmez unsurları, hep böyle söyleniyor, kanunlarımızda da böyle yazıyor.
Ama unutmayalım ki güçler ayrılığı ilkesine dayanan demokratik parlamenter sistemimizin bir türlü doğru dürüst işlemiyor olmasının sorumlusu da siyasi partilerimizdir.
Teorik olarak parlamenter sistemin düzgün işlemesini sağlayacak hususlardan biri parti disiplinidir.
Bizde bu “disiplin” konusunda maşallah bir sorun yok da parti disiplini dediğimiz kavramın meşruiyetinin kökeninin parti içi demokraside olduğu konusunu hiç hatırlamıyoruz.
Normal bir demokratik partide parti üyeleri, partinin yerel örgütlerinin kongrelerinden başlayarak parti kararlarının ve politikasının oluşumuna katkıda bulunurlar.
Politikalar önce buralarda tartışılır, sonra tartışma partinin yukarı organlarına doğru devam eder, herkes korkusuzca fikrini açıklayabilir. Bu yolla oluşan parti politikalarına uymaya da parti disiplini diyoruz. Her bir parti üyesinin partinin organlarına serbestçe aday olabilip, seçilmeleri ise bir başka demokratik gereklilik!
Ama işte AKP kongresi vesilesiyle bir kere daha gördük ki bunların hiçbiri gerçek politik yaşamımızda yer bulamıyor.
Partinin başındaki kişi, partiyi kimlerin yöneteceğine karar veriyor, delegeler de bir süs unsuru olarak bulundukları kongrelerde o kişileri seçiyorlar. Eski Doğu Bloku’nun komünist partilerinin kongrelerinden farklı bir manzara değil.
Bu sadece AKP için geçerli bir durum değil elbette, siyasi partilerimiz hesapta demokrasimizin vazgeçilmez unsurları ama kendileri demokratik değil.
Demokratik olmayan partilerin yönettiği bir düzende gerçek demokrasiye bir türlü ulaşamıyoruz!
Sınırı koruma kudreti!
SURİYE, uluslararası hava sahasında Türkiye’nin askeri keşif uçağını düşürdüğünde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Suriye’ye karşı askeri angajman kurallarını değiştirdiğini” açıklamıştı: “TSK’nın angajman kuralları değişti. Suriye tarafından Türkiye sınırına yaklaşan her askeri unsur bir tehdit olarak görülecektir.”
Bu vesileyle bu kavramın ne anlama geldiğini de öğrenmiştik. Konu ile ilgili uzmanların gazetelerdeki demeçlerini okumuş, televizyondaki tartışmaları izlemiştik. Dün internette “O günlerde neler söylendi, yazıldı” diye baktım, şöyle bir ayrıntı buldum: “Sınırdaki bir Suriye birliğinin top ateşinden kaynaklanan mermi Türk sınırı içindeki bir mekâna kaza ile düştüğü zaman, buna karşı ateşle mukabele edilmesi de yeni angajman kurallarının bir yansıması olacaktır.”
Geçtiğimiz hafta birkaç kez Suriye topçusunun attığı havan mermileri Akçakale’ye düştü. İki evin duvarları yıkıldı, çok şükür ki kimsenin canına bir zarar gelmedi. Başbakan tarafından ilan edilen “yeni angajman kurallarının” bu durumda nasıl bir sonuç vereceğini merak ediyordum ki Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, New York’ta gazetecilere verdiği demeci okudum. Davutoğlu, bunun için Suriye’ye nota verildiğini söylüyor: “Sınıra yönelik ihlaller sürerken hem haklarımızı saklı tuttuğumuzun hem de haklarımızı kullandığımızın bilinmesini isterim” diyor. Ve ekliyor: “Türkiye, sınır boylarındaki durumu kontrol edecek kudrete sahiptir!” “Sınır boylarımızı koruma kudretimiz” sözleri bende acı bir tebessüm yarattı. Ama eminim ki Kandil’deki çetenin başındaki savaş ağaları buna katıla katıla gülmüş olmalılar!
Soruyorum gündüz gece!
BU yazıyı yazdığım dakikalarda AKP Kongresi’nde Âşık Veysel’den “iki kapılı bir handa gidiyorum, gündüz gece” çalıyordu.
Onun için bu hafta sizlere pazartesi sorularımıza eşlik etmek üzere bu türküyü armağan etmek istiyorum. Rahmetli Âşık Veysel sağ olsaydı, eserinin bir siyasi parti kongresinde malzeme yapılmasından sanıyorum ki hoşlanmazdı, onun için bu eseri siyasi mülahazalarımızın dışına çıkarak dinleyelim derim.
Buyurun sorularımıza geçelim:
1– KPSS sorularını çalıp dağıtan çete, Başbakan’ın MİT ve Emniyet Genel Müdürü’ne verdiği “Yakalayın ve dosyayı önce bana getirin” talimatına rağmen hâlâ yakalanabilmiş değil.
Bazen şeytan dürtmüyor da değil: Acaba bu kurumlar suçluları bulup, dosyayı önce Başbakan’a getirdiler de dosya oralarda bir sümenin altında mı kaldı?
Bilebilmemize olanak yok tabii. Ankara’daki savcılığın da soruşturmanın hangi aşamada olduğuna ilişkin bir açıklama yapmamakta ısrarlı olduğunu da belirteyim ve tekrar sorayım: KPSS çetesi neden hâlâ yakalanamadı?
2– Bülent Arınç, bu milletvekilliği dönemi bitince artık aktif siyasi hayattan çekilecek ama ismi üzerinde yaratılan bir muamma o zamana kadar çözülecek mi, gerçekten çok merak ediyorum.
Başbakan Yardımcısı’na bir suikast girişiminde bulunulacağı, bunu planlayanların yakalandığı söylenmiş, kozmik odalar da aranmıştı ama ortada ne iddianame var, ne de zanlılar. Soruyorum, yanıt alamıyorum: suikastçıları koruyan birileri mi var, yoksa bu gündem değiştirmek için uydurulmuş bir palavra mıydı?
3 – Suudi Arabistan Kralı’nın gittiği her ülkede devlet büyüklerinin eşlerine pahalı mücevherler hediye ettiğini yıllar önce Ekvador Devlet Başkanı’nın bir demecinden öğrenince sormuştum. Çünkü Kral Ekvador gezisinden çok kısa bir süre önce bizim memlekete de bir ziyarette bulunmuştu: Suudi Arabistan Kralı’nın devlet büyüklerimizin eşlerine armağan ettiği mücevherler beyan edildi mi?
O gün bugündür bir yanıt yok. Belli ki beyan işi ihmal edildi, Kral’ın verdiği hediyeler sanki şahsi bir hediye imiş gibi sandığa kaldırıldı. Ben yine de sorayım: Kralın verdiği armağanlar nerede? Kanunlar gereği beyan edilip, Hazine’ye devir işlemi neden ihmal edildi?