63 değil, 62 maddelik manifesto
AKP Kongresi öncesinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yapacağı konuşmaya büyük önem veriliyordu: “Şu kadar sayfa olacak, bu kadar saat sürecek, büyük demokratikleşme açılımları vs.”
Konuşmayı televizyondan dinledim, ertesi gün de gazetelerden okudum.
Bu konuşmanın en güçlü mesajının Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e verildiğine kanaat getirdim.
Başbakan’ın “Başka unvanla beraber olacağız” sözleri malumun ilanıydı ama bazen malum olan şeylerin de bir kez daha ilan edilmesi gerekir. Nitekim bu da öyle bir söz oldu. Başbakan 2014’te Cumhurbaşkanı seçilmek için seçime gireceğini daha açıklıkla ifade edemezdi, bu sözleri o anlama geliyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 2014’ten sonra ne olmak istediğine karar verdiğine göre, şimdi benzer bir kararın da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından verilmesi gerekiyor.
Aktif siyasete geri dönüp, AKP’nin başına geçmek mi isteyecek, yoksa kendisine bugüne kadar işgal ettiği makama uygun bir uluslararası post mu arayacak?
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül daha sakin bir karakter olduğu için hemen bir işaret vermeyecektir, bunun için biraz bekleyeceğiz. Biz Gül’ün karar vermesini beklerken, Gül de AKP içindeki dengelerin nasıl gelişeceğine, böyle bir işe soyunursa yarı yolda bırakılıp bırakılmayacağına bakacaktır.
Ve doğrusunu isterseniz bu ihtimal hiç de az değil gibi geliyor bana.
Kongrede AKP’nin önümüzdeki yıllar için yapmayı planladığı işlerden oluşan bir de manifesto yayımlandı. 63 maddelik manifesto içinde benim de yapılmasını canıgönülden isteyeceğim hususlar var. Ve ne kadarı yapılabilir bilemiyorum ama en azından bir iyi niyet ifadesi olarak kayda geçmiş bulunuyor, seçmenler bu sözlerin tutulup tutulmadığı ile de elbette ilgileneceklerdir.
Ancak manifestonun çalakalem hazırlandığı ile ilgili bir kuşkumu da belirtmeden geçemeyeceğim.
Manifestonun birinci maddesi şöyle: “Partilerin kapatılması kaldırılacak.”
Aynı manifestonun dördüncü maddesi de şöyle: “Parti kapatmalarına son verilecek.”
Neredeyse alt alta sayılabilecek kadar birbirine yakın iki maddenin aynı şeyi söylüyor olması belki daha önce kapatılma tehlikesi geçirmiş bir partinin yaşadığı travmadan da kaynaklanıyor olabilir ama bu kadar iddialı bir manifestoda böyle bir tekrar, işin ciddiyetine yakışmıyor.
63 maddelik manifesto meğerse 62 maddeden ibaretmiş!
Yoksa kendileri de mi bu manifestoyu ancak bu kadar ciddiye alabiliyorlar?
CHP’nin politikasızlık sorunu
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu daha önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a Kürt meselesini ortak çözmek üzere çalışabileceklerini söylemişti.
Hatta Kılıçdaroğlu’nun daha sonraki konuşmalarında bu konuda “siyasi bedel ödemeye hazır olduğunu” vurguladığını da hatırlıyorum.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, CHP liderinin daha önce yaptığı çağrıya kongrede “Samimiyseniz gelin terör sorununu çözmek için masaya oturalım” diyerek yanıt verdi.
Gerçi bu bir davetten daha çok CHP liderinin bu konudaki kararsızlığına yönelik bir eleştiri niteliğindeydi ama sonuçta bu söz söylendi.
CHP Genel Başkanı’nın bu söz üzerine tepkisi şöyle oldu:
“Bu konu oyçokluğu ile çözülebilecek bir konu değil. Toplumsal uzlaşma olmalı, bu da TBMM çatısı altında olmalı. O zaman bizim kadar MHP’yi sen de ikna et.”
CHP’nin ciddi bir politikasızlık sorunu yaşadığı çok açık!
MHP’nin bu konudaki tutumu başından beri son derece net ve öyle bir masanın etrafına oturup çözülebilecek bir esneklik de içermiyor. MHP’ye kalsa bölgede sıkıyönetim de ilan edilmeli, olağanüstü hal de!
Bunu sokaktaki çocuklar bile bilirken CHP liderinin önce Başbakan’a “bu konuyu iki–üç ayda birlikte çözeriz” demesi ardından “MHP’yi de ikna et” demesi hiçbir şey yapmamak ile eşanlamlı.
CHP’ye önerim şudur: Önce kendi politikanızı tespit edin, neyi nereye kadar yapabileceğinize karar verin ondan sonra bunun üzerinden bir uzlaşma arayışına girin.
Aklına estikçe söylenen sözlerden ibaret politika yapmak, ne CHP’yi bir yere getirebilir ne de sorunların çözümüne ortak edebilir.
Pazar günü iki yürüyüş vardı
PAZAR günü Down Sendromu Derneği’nin İstanbul’da ve İzmir’de farkındalık yaratma amacına yönelik bir yürüyüşü vardı.
Bir arkadaşımın kardeşi down sendromlu ve onun daveti üzerine bu yürüyüşe katılmak için Beyoğlu’na gittim.
Down sendromlu çocukların diğerlerinden temelde farklı olmadıklarını, onların da sadece bir kromozom farkı yüzünden ötekileştirilip, toplum dışına itilmemesi gerektiğini elbette günün birinde anlayacağız.
Ama bunun için sanırım daha çok yürümek, belki de bunları bütün bir yıla yaymak gerekecek.
Aynı gün hayvan dostlarının da çıkarılmak istenen ve birçok hayvanın itlaf edilmesine yol açabilecek yasaya karşı gerçekleştirdikleri bir yürüyüş de vardı, böylece iki yürüyüşe de tanıklık etme olanağım oldu.
Hayvanseverlerin yürüyüşü gerçekten son derece görkemliydi ve hükümetin bu sese kulak vermesi gerekiyor.
Ancak özellikle sokak hayvanları ile ilgili sorun sadece iyi yasaların çıkarılması ile çözümlenebilecek bir durum da değil. Elbette yasa düzeltilmeli ama bu yetmez.
Kentte sokak hayvanları ile birlikte yaşamanın yaratabileceği sorunları çözmek için ortak sorumluluk da gerekiyor.
Sevmek sorumluluk almaktır ve böylesine güçlü organizasyonları başarabilen hayvanseverler, hem merkezi yönetimi hem de yerel yönetimleri daha iyi denetleyebilir, sorunun çözümü için onlarla birlikte hareket edebilirler.
Bu konuya yine dönerim ama dikkatimi çeken şu hususu da söylemeliyim: Hayvanseverlerin yürüyüşlerinde İslamcı kanattan kimseyi göremedim. Merak ettim, onlar hayvanları sevmiyorlar mı, yoksa “Hükümet ne derse o olur, biz karışmayız” mı diyorlar?