Deniz Feneri’nde ikinci dava!
GAZETEPORT internet sitesinde dün yayımlanan haber, Almanya’daki Deniz Feneri e.V. davasında gelinen yeni aşamayı anlatıyordu.
Davaya bakan Frankfurt Mahkemesi’nin hâkimi Wienz’in siteye yaptığı açıklamaya göre davanın bir numaralı sanıkları Kanal 7’nin sahibi Zekeriya Karaman ve RTÜK üyesi (eski başkanı) Zahit Akman.
Bununla ilgili tebligatın sanıklara gönderildiği belirtiliyor. Tebligatın sanıklara ya da avukatlarına ulaşıp ulaşmadığını henüz bilemiyoruz.
Elbette duruşmalara katılıp katılmayacakları da şu an için meçhul.
Frankfurt Savcılık Sözcüsü Doris Müller-Scheu, Gazeteport’a yaptığı açıklamada şunları söylüyor: “Bu şahıslar hakkında Ankara’ya yöneltmiş olduğumuz adli yardım talebimize Ankara’dan yaz aylarında cevap geldi. Ancak Ankara’nın cevabı hem gecikmiş olduğu, hem de biz bu davayı Ankara’dan gelecek cevabı beklemek zorunda olmadan, elimizdeki bilgilerle açabileceğimize karar vererek, daha Ankara’dan dosya gelmeden önce dava açılması talebini Frankfurt Mahkemesi’ne sunmuştuk.”
Böylece Deniz Feneri davası Almanya’da yeni bir döneme girmiş bulunuyor.
Ancak Ankara’daki soruşturmada bir gelişme olup olmadığını bilmiyoruz.
Öyle görünüyor ki Frankfurt’taki ikinci mahkeme, Ankara’daki dava açılmadan sonuçlanacak!
45’lik plakların masumiyet müzesi
GEÇEN akşam, bir arkadaşım “plak çalacak” diye, “45’lik” isimli bir bara gittim. Galatasaray’da, bu sene 16. yılını dolduran eski bir kulüp burası.
İsmi, müşterilerinin yaşından değil, eski 45’lik plaklardan geliyor. Gerçi müşterilerin önemli bölümü o şarkılar çıktığında ilk aşklarını yaşayanlardan oluşuyor ama dikkat ettim 20’li yaşlarındakiler bile aynı şarkıları, aynı heyecanla söyleyebiliyorlar.
Benzerine belki ancak Madrid gibi hem eski, hem de “hareketin” durmak bilmediği kentlerde rastlayabileceğiniz, eski bir binanın bodrum katında küçük bir mekân burası. Fuat Akyol, 15 yıldır burada hiçbiri eskimemiş eski plakları çalıyor.
Gece, olması gerektiği gibi Fecri Ebcioğlu’nun sözlerini yazdığı şarkı ile başlıyor. Bu şarkı, 1961 senesinde, bir Batı müziği parçasına yazılmış ilk Türkçe sözler olması açısından önemli. Türk pop müziğinin “resmi açılış parçası” sayılmalı.
Herkesin bildiği bir şarkı kuşkusuz: “Bak bir varmış bir yokmuş, eski günlerde / Tatlı bir kız yaşarmış, Boğaziçi’nde!”
Bence sözlerindeki naiflik nedeniyle Orhan Pamuk’un “Masumiyet Müzesi”nde yer alması gereken bir şarkı.
O yıllarda aşkların nasıl bir masumiyet içinde yaşandığını anlatan sözleri var. Hatırlayamayanlar için nakaratı atlayıp aktaracağım:
“Delikanlı yaklaşmış, ne kadar güzelsiniz / Güzel kız uzaklaşmış, fakat siz de kimsiniz / Ben bir erkek meleğim, bırak yanına geleyim / Ellerimi sürmeden, gözlerimle seveyim.
“Olamaz hayır hayır, annem çok kızar buna / Beni kenara ayır, git takıl şuna, buna / Şayet istersen beni, bize yolla anneni / Söz veriyorum sana, olacağım gelini.
”Oğlan buna inanmış, bir ok gibi yaylanmış / Evin yolunu tutup annesine yalvarmış / Koş git al kızı bana delireceğim ana / Yoksa oğlun ölecek siyah gözler uğruna.
“Anne atlamış gitmiş içi titreyerekten / Güzel kızcağız açmış kapıyı gülerekten / Demiş hanım geç kaldın bak artık evlendim ben / Bekledim de gelmedin, yaya kaldın bu işten.”
Orada, o eski şarkıları dinlerken unuttuğumu sandığım ama hepsi ile ilgili tatlı anılarım olan şarkılar takıldı dilime, birer birer.
Timur Selçuk’tan “Caddeden sokaklara”yı aradan geçen onlarca yıldan sonra dinlerken, Antalya’da yarım aralanmış bir perdeden, yandaki boş arsada top oynayan sıska oğlan çocuklarını seyreden kâkülü siyah gözlerinin üzerine düşen güzel kız geldi hatırıma.
Plastik bir topla en çok çalımı atarak kızın dikkatini üzerine çekeceğini zanneden o sıska oğlanın heyecanını hissettim yanaklarımda.
Türk pop müziğinin “sosyal içerikli şarkılar yapma” döneminden bir şarkı çalınca da doğrusunu isterseniz gülmekten kendimi alamadım. Tanju Okan söylüyordu: “Başlık ister kız babası / Bu toplumun yüz karası / Olmaz olsun şu fakirlik / Bulamadım başlık parası oy / Bulamadım başlık parası.”
Yine o dönemlerden bir “pastoral” şarkı da var ki Ajda Pekkan’ın biz yatılı erkek mektebi öğrencilerinin rüyalarının başkahramanı olduğu yıllara denk geliyor:
“Ben bir köylü kızıyım / gönlümden yaralıyım / derdimi anlatırsam / yürekler acısıyım / vuruldum ben bir gence / kömür gözlü pek ince / kalbimi çaldı gitti / beni böyle mahvetti!”
“Hadi o şarkı da çalsın, bunu da dinleyelim, şunu hatırlıyor musun” derken, sabahın 5’ini bulduğumuzu da söyleyeyim.
Tabii “kendi listemi” çaldırmadan, şuradan şuraya kıpırdamadığımı da belirteyim.
O şarkıların sözlerini ezberler, sanatçılarının resimlerini defterlerimize yapıştırırken ne kadar naif bir dünyada yaşadığımızı hatırladım.
Çocukluğumun ve ilkgençlik yıllarımın yasemin ve portakal çiçeği kokan Antalya’sını özlediğimi fark ettim. Artık gerçekten yaşlanıyor muyum yoksa?
İşte benim listem
45’lik’te geçirdiğim o gecede bende en çok iz bırakan Türk pop müziği şarkılarının hangileri olduğunu da düşündüm. Fuat, beni kırmamak için yerli yersiz de olsa hepsini çalma inceliğini gösterdi.
Bu şarkıların her biriyle ilgili anılarım var, geri gelmeyecek yılların burnumun direğinde bıraktığı sızı var. Benim listemle karşılaştırın ve kendi listenizi de yapın isterseniz.
Aslında liste daha kabarık olurdu ama her sanatçıdan bir tek şarkı seçmeye zorladım kendimi, bu liste çıktı ortaya:
1- Barış Manço: Anlıyorsun değil mi?
2- Erkin Koray: Şaşkın.
3- Cem Karaca ve Apaşlar: Resimdeki gözyaşları. (Bir gün belki hayattan!)
4- Nükhet Duru: Melankoli.
5- Sezen Aksu: Haydi gel benimle ol!
6- Mazhar: Bodrum, Bodrum.
7- Modern Folk Üçlüsü: Leblebi.
8- Bülent Ortaçgil: Şık Latife.
9- Timur Selçuk: Caddeden sokaklara.
10- Erol Evgin: İşte öyle bir şey!