HÜRRİYET

Derdi hükümetin kurulması değil

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, hükümet için bir görevlendirme yapmadan önce dört partinin genel başkanları ile ayrı ayrı görüşmeler yapma düşüncesini muhalefet partileri “soğuk” karşıladı.

Cumhurbaşkanı’nın kendisinin de zaten bu talebinin “sıcak karşılanması” gibi bir beklentisinin olmadığını düşünüyorum.
Çünkü normal olarak görevlendirmeyi yapar, görevlendirdiği kişi ki bu ilk etapta zaten Ahmet Davutoğlu’ndan başkası olamaz, o liderler ile görüşür, hükümeti kurmaya çalışırdı.
Bu çağrıyı yaptı, çünkü ilk derdi hükümetin kurulması değil.
Öncelikli hedefi olası bir erken seçimde propaganda sırasında kullanabilmek için “malzeme” temin etmek.
İleride bir erken seçim gündeme geldiğinde meydanlara çıkıp “hepsini çağırdım, gelip konuşmadılar bile” diyebilmek için bunu yaptı.
Seçmenlerin kafasında muhalefet liderlerinin “geçimsiz olduğu” imajını şimdiden yaratmak istiyor ki bir hükümet kurulamamasının sorumluluğunu onların üzerine atabilsin.
Bir de şu var tabii: Kendisine biçtiği rolden vaz geçmeyeceğini de göstermek istiyor.
Ama unuttuğu bir şey var ki seçimden sonra ortaya çıktı, halk onun hayalindeki başkanlık sistemini, partili Cumhurbaşkanlığı modelini istemiyor.
Eskiden alıştığı gibi ülkeyi tek başına yönetmek istiyorsa yapacağı bir tek hareket var: Cumhurbaşkanlığı’ndan istifa edip, partisinin başında yeniden seçime gitmek.
Kazanırsa yine Başbakan olur, kazanamazsa muhalefet lideri.
Başbakanlığı döneminde kendisini eleştiren herkesi “hariçten gazel atan” olarak görüyor, “elbiseni çıkar, siyasete gir” diyordu.
Şimdi aynı durum onun için de geçerli.
Üstündeki Cumhurbaşkanı elbisesinden sıkıldıysa, bir an önce çıkarıp, yeniden siyasete dönmeli.
———————————–
Hakim Bey, AİHM kararlarını okumamış mı?
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 17 – 25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu sırasında ortaya çıkan ses kayıtlarını, TBMM kürsüsünden açıkladığı için yargılanacak!
Bununla ilgli olarak zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan suç duyurusunda bulunmuş, ancak savcılık Meclis kürsüsünden yapılan konuşmaların yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğu gerekçesiyle takipsizlik kararı vermişti.
Erdoğan, karara itiraz etmiş ve 5. Sulh Ceza Hakimliği bu takipsizlik kararını kaldırdı.
Hakimin kararına göre Kılıçdaroğlu’nun ses kayıtlarını açıkladığı konuşması “söz ve düşünce açıklaması” olarak kabul edilemezmiş.
Bu karardan sonra savcılık, hazırlayacağı fezlekeyi Kemal Kılıçdaroğlu’nun dokunulmazlığının kaldırılarak gerekli yargılamanın yapılması için TBMM’ye gönderecek.
Bu karar, 17 – 25 Aralık soruşturmasını örtmek için yargıyı siyasi iktidarın emrine sokan kanunların yeni bir uygulaması olarak değerlendirilmeli.
Önce Hakim Bey’e Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi’nin 2007 yılında kabul ettiği kararı hatırlatayım:
“İfade özgürlüğü, demokratik bir toplumda yolsuzlukları, insan hakları ihlallerini, çevreye verilen zararı ve iktidarın başka kötüye kullanılma yollarını teşhir etmek bakımından önemlidir.”
Sonra da iki AİHM kararı hatırlatayım:
* Radio Twist – Slovakya Davası.
* Fressoz ve Roire – Fransa davası.
Her iki kararda da AİHM, kamuoyunu ilgilendiren konularda ifade özgürlüğünün sınırlandırılamayacağını belirtiyor.
Ses kayıtları yasa dışı yollardarn elde edilmiş olsa bile kamu çıkarını ilgilendiren konularda, bu kayıtları açıklamak ifade özgürlüğünün bir parçası.
Hakim de kuşkusuz ki benim bildiğim bu kararları biliyordur. Bilmiyorduysa da okuyup öğrenmesi gerekirdi çünkü işi bu.
Bu fezleke Meclis’e geldiğinde, Kılıçdaroğlu, dokunulmazlığının kaldırılmasını kendisi istemeli ki Türkiye’de adalet mekanizmasının nasıl işlediği bir kez daha gözler önüne serilsin.
—————————-
Böyle bir suç olmaz
Anayasa’nın 90. Maddesi şöyle diyor: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olarak bildiğimiz metin, Türkiye’de usulüne göre yürürlüğe konmuş bir milletlerarası andlaşmadır.
Bu sözleşmeyi ve ek protokollerini verdiği kararlar ile yorumlayan AİHM’nin verdiği kararlar da Türkiye’de kanun hükmünde sayılır.
Bunu Türkiye’de savcılar da bilir, yargıçlar da!
Gezi gösterileri sırasında başından fişekle vurulup, öldürülen Berkin Elvan’ın doğum gününde Taksim metro çıkışında “İyi ki doğdun Berkin Elvan. Mücadelemizde yaşayacaksın. Dev-Lis” yazılı pankart açan biri lise öğrencisi 2 eylemci hakkında 8’er yıla kadar hapis istemli dava açıldı.
İddianamede öğrencilerin “kamuoyu hassasiyeti olan konuları bahane edip gösteri yaparak kendilerine toplumsal destek zemini hazırlamaya çalıştıkları” belirtiliyor.
Eğer savcı, bu cümleyi “ben davayı açayım, iddianameyi de böyle yazayım ki mahkemede, olmadı Yargıtay’da, olmadı Anayasa Mahkemesi’nde, o da olmadı AİHM’de paçayı kurtarsınlar” diye yazmadıysa gerçekten vahim bir durum var demektir.
AİHM kararlarına göre “gösteri yaparak, kamuoyundaki hassasiyetlerden yararlanarak fikrine toplumsal destek zemini yaratmak” diye bir suç olamaz çünkü.
Bu tam da ifade özgürlüğü ile ilgilidir, hiçbir şekilde kısıtlanamaz.
Bu davayı takip edelim, bakalım sonu nereye varacak?
———————————