Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Dilim, başıma giydirir kilim

ERMENİSTAN ile “iyi komşuluk ilişkileri çerçevesinde diplomatik temas kurulmasını” öngören protokolün imzalanmış olması önemli bir gelişmedir.

Böylece Türkiye, Ermenistan’ı tanımak konusundaki çekincelerini geriye almış bulunuyor. Diplomatik ilişkinin kurulması ve “iyi komşuluk” tanımlaması Ermenistan ile aramızdaki sınır kapısının da açılması anlamına gelecek.

Ermenistan da, anayasasında tanımadığını belirttiği Türkiye ile olan sınırını kabul edecek ve soykırım iddialarını araştırmak için kurulacak tarih komisyonuna katılacak.

Bu durumda Türkiye, “Dağlık Karabağ sorunu çözülmeden sınır kapısını açmam” görüşünden de vazgeçmiş oluyor.

Nitekim Sarkisyan da, Türkiye ile diyaloğun Dağlık Karabağ konusunu kapsamadığını dün açıkladı.

Hükümetin, içeride ve dışarıda başını en çok ağrıtacak mesele de bu.

Hatırlayacaksınız Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ermenistan ile ilişki kurulacağı haberleri üzerine “küsen” Azerbaycan’ı yatıştırmak için Bakü’ye gitmiş ve orada parlamentoda yaptığı konuşmada, “Dağlık Karabağ sorunu çözülmeden sınırı açmayız” sözü vermişti!

“Dilim, başıma giydirir kilim” şeklindeki Anadolu halk deyişi, böylece bir kez daha doğrulanmış oluyor.

Başbakan’ın bundan kendisine bir ders çıkarıp, konuşmadan önce iyice düşünmesini ve ağzından çıkan sözü kulağının duyması gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

Şimdi anlaşmanın TBMM’ye sunulmasına kadar geçecek altı haftalık süre içinde kim bilir yine neler söyleyecek?

Dışişleri bürokratlarının gücü bunu önlemeye elbette yetmeyecektir.

Görev Dışişleri Bakanı ile Cumhurbaşkanı’na düşüyor.

Allah yardımcıları olsun, ama işleri zor, çok zor!

 

Kaderin bir oyunu mu bu?

 

İÇİŞLERİ Bakanı Beşir Atalay, “demokratikleşme-Kürt Açılımı” ile ilgili yasal düzenlemelerin ekim ayında TBMM’ye sunulacağını ve “af” diye bir kavramın zikredilmediğini söyledi.

“Bu işin başı silahların bırakılması ve tasfiyedir” diye de ekledi.

Hükümetin ne yapmak istediğini henüz kendisinin de bilemediğini gösteren bir duruma işaret ediyor bu.

Eğer dağdaki PKK’lıların silahlarını bırakıp, gidebilecekleri bir yer olmayacaksa, örgüt nasıl tasfiye edilecek, silahlar nasıl bırakılacak?

Artık sokaktaki çocuklar bile biliyor ki bundan önce değişik isimler altında uygulanan “kısmi aflar” örgütün dağılması sonucunu vermiyor.

Onun için bu iş neresinden bakarsanız bakın, hangi paketi açarsanız açın bir genel aftan geçiyor!

Son günlerde gazetelere servis edilen “Hapishanelerde yer kalmadı” konulu Adalet Bakanlığı kaynaklı haberlerin, bir affa zemin hazırlamak amacını taşıdığını anlamak için insanın müneccim olması da gerekmiyor.

Sorun hükümetin ne yapacağını bilememesinde ve girişeceği işin siyasi sorumluluğunu taşımak istememesinde yatıyor.

Elbette bir de hükümetin muhalefeti susturmak için kullandığı Ergenekon Davası sanıklarının da bu genel aftan yararlanma durumları olacak. Ayak sürümenin ve laf gevelemenin bir nedeni de bu olsa gerek diye düşünüyorum.

Murat Karayılan ile Veli Küçük’ün aynı aftan yararlanma olasılığı ise kaderin herkese bir oyunu olmalı!

 

Sorunun insani boyutunu ıskalamayalım

 

HÜKÜMETİN “Kürt açılımı” yapacağım diye ortaya çıkmasından bu yana yaklaşık bir ay geçti.

Bu bir ay içinde gelebildiğimiz nokta masallardaki gibi: Bir arpa boyu.

Bir aydır konunun sadece siyasi boyutu üzerinde yoğunlaştık.

Kendisini “Kürt” olarak tanımlayan, ama bu topraklarda bir arada, ayrılmadan yaşamak isteyen vatandaşlarımızın neler hissettiklerini, hangi duygular içinde olduklarını hiç konuşmadık.

Sorun, genel olarak PKK terörünün bitirilmesine odaklandı. Ve silahların konuşulduğu bir yerde öteki konulara sıra gelemedi.

Tempo Dergisi’nin bu ayki sayısında Murat Belge’nin yazısını okurken, bunları düşündüm.

Belge, bu yazısında sorunun “insani boyutuna” değiniyor.

Bir başlangıç olduğu için önemsedim bu yazıyı.

Bunların sayısı artarsa, birbirimizi daha iyi anlayacağımızı, giderek bir paranoyaya dönüşen “bölünme” kaygısına bir “açılım” getirebileceğimizi düşünüyorum.