Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Bir de kazdan amiral!

DIŞİŞLERİ Bakanı Ahmet Davutoğlu, Ermenistan ile varılan anlaşmadan sonra sınırın yılbaşına kadar açılması için elinden geleni yapacağını söyledi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise daha önce sınırın açılması için Dağlık Karabağ sorununun anlaşma ile çözümlenmesi gerektiğini söylemişti. Hem de Azerbaycan parlamentosunda yaptığı bir konuşmada!

Başbakan’ın baş danışmanı eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, aynı görüşü dün de tekrarladı.

“Karabağ sorunu çözülmezse kapı açılmaz!”

Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan, Türkiye ile yapılan protokolün Dağlık Karabağ sorunu ile bir ilgisi olmadığını söyledi.

Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, Türkiye’nin Karabağ sorunu çözülmeden sınırını açmama sözü verdiğini hatırlattı. “Sınırın sorun çözülmeden açılması Azerbaycan’ın milli çıkarlarına aykırıdır” dedi.

Ermenistan, Karabağ sorununun çözümünün bölgede yapılacak bir referandum ile mümkün olabileceğini söylüyor. Azerbaycan ise referanduma karşı, Ermenistan’ın işgal ettiği yerlerden çekilmesini istiyor.

Dün her iki ülke de bu konudaki bilinen görüşünü tekrarladı.

Şöyle bir tablo var: Başbakan, Azerbaycan’da söz verdi “sorun çözülmezse sınırı açmam” dedi. TBMM’deki çoğunluk partisinin temsilcisi ve Başbakan’ın baş danışmanı aynı şeyi tekrarlıyor.

Ermenistan ve Azerbaycan bulundukları noktadan daha farklı bir yerde değiller, sorun kısa vadede çözülecek gibi değil.

Dışişleri Bakanı ise sınırı elinden geldiği kadar çabuk açmak için çabalayacak! Türk dış politikası tarihinin hiçbir döneminde her halde böyle yürütülmemişti.

Şöyle bir şiir hatırlıyorum: “Öyle bir ordu ki  / görse şaşar Anibal / ördeklerden bir filo / bir de kazdan amiral!”

 

Bu gemi nereye gider?

 

DENİZ Feneri soruşturmasını yürüten Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Letonya’ya bir yazı yazarak “Baltic Kristina” isimli bir gemi hakkında bilgi istedi.

Almanya Deniz Feneri topladığı yardımları yerine ulaştırabilmek için ismi bu olan bir gemi satın almış. Sonra vazgeçip, gemiyi birisine satmış.

Geminin kime satıldığı, akıbetinin ne olduğu, şu anda hangi sularda yüzdüğü bilinemiyor.

Casusluk romanlarındaki öyküleri hatırlatan bir durum gibi geldi bana.

Savcılığın yazdığı soru mektubunda geminin kimin tarafından satın alındığı soruluyor ama bence şu soruları da sormak yararlı olabilirdi:

1- Geminin yeni sahibi ismini değiştirdi mi? Değiştirdiyse geminin adı ne oldu?

2- Gemi satıldıktan sonra küçüldü mü? Yani hâlâ “gemi” mi, yoksa “gemicik” haline mi geldi?

Bir tür mesleki deformasyon işte, “soru soruldu” denilince aklıma başka sorular geliveriyor!

Yeri gelmişken dikkatimi çeken bir şeyi de paylaşayım sizlerle.

Dikkat ettiniz mi bilmiyorum, Deniz Feneri ile ilgili olarak ifadesine başvuranların kimlikleri gazetelerde “örtülmüş olarak” yayımlanıyor. Diyelim ki ifade vermeye ben gittim, adım şöyle çıkıyor: Mehmet Y.

Savcılığa her ifade vermeye gidenin suçlu gibi algılandığı bir toplumda güzel ve takdir edilecek bir uygulama bu!

Ve soruşturma süreci ile ilgili hiçbir haber de gazetelere sızmıyor. Ne ifadeleri öğrenebiliyoruz ne de hazırlanmakta olan iddianamenin genel hatlarıyla ilgili bir ipucu var.

Ki bu da doğru bir uygulama.

Acaba Ankara’daki savcılardan rica etsek, bu doğru uygulamayı nasıl başarabildiklerini İstanbul’daki Ergenekon savcılarına da öğretebilirler mi?

 

Ayna, ayna söyle bana

 

KREDİ ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürü, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla, yurtlarda kalan öğrencilerin kullandığı dolapların kapak içlerine “ayna” konulacağını söyledi.

Yatılı okul günlerimi hatırlamama vesile oldu ki bu durumda “ayna” konusunun yeniden düşünülmesini öneriyorum.

Elbette kızların yatakhanesinde nasıl bir ihtiyaç vardır, bilmeme olanak yok. Ancak o yaştaki erkek çocuklar sabah dolaplarını açınca kendi sivilceli suratlarını değil, daha güzel bir şeyler görmek isterler. Mesela bizim favorimiz Seher Şeniz, Feri Cansel, Gloria Guida, Edwige Fenech, Brigitte Bardot, Mireille Darc gibi artistlerdi ki onların sanat güçlerini sabah görmek insanın derslerine daha bir hevesle sarılmasını sağlıyordu!

Gerçi “etüt abisi” ya da “belletmen” diye tabir edilen korkutucu elemanlardan bu resimleri korumak için tedbirli olmak da gerekiyordu ama bu da formel eğitimin “karşı istihbarat ve refleksolojik toparlanma eylemi” bölümünü tamamlayan bir durumdu.

Ancak hep eleştiri yaparak kendimi medyadan tasfiye ettirmek istemem tabii. Bu işin olumlu gördüğüm yönünü de yazmalıyım:

Demek ki Başbakan işini o kadar iyi yapıyor ki, her mesele halloldu, sıra yurtlardaki dolap kapaklarının içindeki aynaya kadar geldi!