Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Doğru kampanya yapan kazanır

TÜRKİYE’yi bir tek adam yönetimi altında parti devletine dönüştürecek “sistem değişikliği” artık referandumu bekliyor.
“Evet” kampanyasının ağırlığının Cumhurbaşkanı’nın üzerinde olacağını, hem parti hem de devlet olanaklarını kullanarak yürütüleceğini söyleyebiliriz.

AKP’nin muazzam propaganda gücünü dikkate alacak olursak, “hayırcıların” işinin zor olduğunu da söylemek mümkün.
Ama unutmayalım ki “evet” oyu peşinde olanların işi de o kadar kolay değil.
AKAM’ın araştırması gösteriyor ki MHP tabanı ortadan ikiye ayrılmış durumda, yarısı evetçi, yarısı hayırcı.
AKP’nin tabanı açısından durum farklı. Yüzde 35’lik bir kesim var ki bunların yüzde 10.5’i hayır diyeceğini belirtiyor. Yüzde 13 de kararsız AKP’li var. Yüzde 11’i ise referandumda oy kullanmayacağını açıklamış.
SONAR’ın araştırması bir başka ilginç veriye işaret ediyor: “Kesinlikle evet” diyenler yüzde 30’larda iken, “Kesinlikle hayır” diyenler yüzde 40’larda.
Bu, hayır oyu vereceklerin kararlı olmalarına karşılık evet oyu vereceklerin kararsız olduklarını gösteren bir sonuç.
Bu da normal çünkü referanduma götürülen Anayasa değişikliği paketi esasen toplumumuzun bugünkü dertlerinden hiçbiriyle alakalı değil.
AKP, değişikliğin “istikrar için” olduğunu, bu değişikliklerin sonucunda Türkiye’nin ekonomik olarak uçacağını söylüyor.
Toplumumuzun önemli bölümü için “istikrar” içi boş bir kavram. 15 yıla yakın bir süredir tek parti hükümeti var, hükümet krizine yol açıp vatandaşın durumunu kötüleştiren bir siyasi kriz yaşanmadı.
“Ekonomik olarak uçmak” iddiası, AKP’nin bugüne kadar olan iddiasıyla da çelişiyor: Türkiye, zaten AKP yönetiminde uçmuyor muydu?
Bugün Türkiye’nin sorunu terör, işsizlik, döviz kurlarındaki artıştan da beslenen kriz beklentisi.
Paket, bunlara bir yanıt getirmiyor.
Öyle görünüyor ki referandum kampanyaları, şu anda kararsız ya da kararını her an değiştirebilecek yüzde 30’a yakın bir seçmen kitlesini ikna etmeye yönelik olacak.
Eğer “hayır” cephesi, bu işi Meclis’te yaptığı gibi toplumu gerecek, çatışma ortamı görüntüsü yaratacak şekilde yürütürse, evet cephesi kârlı çıkar.
Anayasa görüşmelerinin başlangıcında Meclis’te Deniz Baykal’ın yaptığı konuşmanın önemine dikkat çekmek istiyorum.
Baykal’ın o konuşmasında yakaladığı tonun ve verdiği mesajların katı partici olmayanlar üzerinde etkili olduğu açık bir gerçek.
Ertesi gün Baykal’ın konuşmasının yandaş medyada neredeyse hiç görülmemesinin nedeni de bu. Yarım saatlik konuşmadan havuz gazetesine yansıyan sadece bir buçuk satırdı, “Deniz Baykal da konuştu”dan ibaret!
Sonuç olarak söylemeliyim ki, doğru kampanyayı bulanın kazanabileceği bir referandum olacak bu.
ÖZAL, DEMİREL BAŞKANLIK SİSTEMİ
BEYOĞLU Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, pazar günü WhatsApp’tan iki video gönderdi.
Birisi Mehmet Ali Birand’ın, Turgut Özal ile 32. Gün programında yaptığı bir mülakata, diğeri ise Süleyman Demirel’in bir toplantıda yaptığı konuşmaya ait.
Her ikisi de “başkanlık sisteminin” yararlarından söz ediyor, Demircan da zaten bu nedenle yollamış olmalı.
Ama videoları izleyince görüyorsunuz ki Özal da, Demirel de, bugün önümüze sunulandan çok daha farklı bir başkanlık sistemi savunuyor.
Rahmetli Turgut Özal şöyle diyor:
“Başkanlık sistemi diyorum ben. Başkanlık sistemi tabii Fransa gibi değil. Daha çok Amerika’ya yakın. Sebebini şöyle tahlil ediyorum: Bakanların benim kanaatime göre, bizim tecrübelerimize göre parlamento dışından olması lazım. Çünkü altı senelik parlamento hayatımda şunu gördüm: Bakanlar ile milletvekilleri arasına devamlı problem giriyor. Çünkü bakanın da seçim kaygısı vardır. Milletvekilinin de seçim kaygısı vardır. Aynı yerde veya aynı grupta olmadıkları takdirde birbirlerine zıt hareketler yapıyorlar. Ve dejenerasyon başlıyor. Bugün (Meclis’te) denetim yok. Tam aksini iddia ediyorum. Bugün denetim yok, neden? Çünkü koalisyon da olsa, tek parti hükümeti de olsa Meclis’e hâkim oluyor. Meclis’ten hiçbir araştırmayı geçirtmeyebilir isterse. Çok rahatlıkla. Halbuki öbür başkanlık sisteminde kuvvetler ayrımı var, kesin olarak. O takdirde Meclis’tir ve Amerikalılar buna check and balance derler. Yani karşılıklı bir denge vardır. Cumhurbaşkanının kuvveti vardır icra olarak, icra odur. Buna mukabil Meclis’in de yetkileri vardır, Meclis bu sefer tam kontrol yetkisini yapar.”
Rahmetli Süleyman Demirel de şöyle konuşuyor:
“Bir şey daha söyleyeyim, ben isterdim ki siyaseten Türkiye, Cumhurbaşkanını seçsin. Ben isterdim ki Türkiye, dar bölge seçimine gitsin. Neden dar bölge seçimine gitsin? Çünkü 70 tane İstanbul’un milletvekili var. Herhangi biriniz elinize bir kâğıt alın, kaç tanesini tanıyorsunuz? Halktan kopuk bir cumhuriyet olmaz. Sistem işlemiyor, temsili sistem işlemiyor. Ben isterdim ki onu yapabilelim. Ben isterdim ki Türkiye’de başkanlık sistemini yapalım. İçimde uktedir, yapamadık.”
Referanduma sunulan Anayasa değişikliğindeki sistem ile Özal ve Demirel’in yapmak istedikleri arasında dağlar kadar fark var.
Birisi denge ve denetimden, yürütme ile yasama arasındaki kesin güçler ayrılığından söz ediyor. Diğeri, dar bölge seçim sistemiyle milletvekillerinin doğrudan halkın temsilcisi olması gerektiğini söylüyor.
Referandumda oylayacağımız sistemde bunların hiçbiri söz konusu değil.
Meclis, denetim yetkilerinin tümünden vazgeçmiş durumda. Bir kere seçilen başkan ve onun seçtiği bakanlar 5 yıl süreyle Meclis’e gelmek zorunda bile değiller. Meclis gensoru veremez, araştırma yapamaz durumda. Başkan tek imzasıyla Meclis’i feshedebiliyor, ama Meclis’in cumhurbaşkanını kendi tayin edeceği Yüce Divan’a gönderebilmek için 400 oyu bulması gerekiyor.
Bu seçim sistemiyle, partili cumhurbaşkanının tayin edeceği isimler milletvekili olacak, dar bölgede, halkın bizzat yüz yüze gelerek seçeceği milletvekilleri değil. Yüzde 10’luk seçim barajı da cabası.
AKP belli ki Özal ve Demirel’i de kampanyasında kullanacak.
Ama onların savunduğu sistem ile önümüze konulan sistem, birbirlerine ancak siyah ile beyaz kadar benziyor.