HÜRRİYET

‘Dokunanı yakmanın’ da hesabı sorulur

TÜRKİYE, devlet içinde yuvalanmış çetelerle mücadele için ilk fırsatı Susurluk’ta yakalamıştı. Siyasi otoritenin kararsızlığı ve yetersizliği bu fırsatın kaçması sonucunu doğurdu.

Ergenekon Davası da bir başka fırsattı. Şimdi, bu fırsat da kaçıyor. Çünkü devlet içinde devlet olmaya heveslenmiş bir cemaatin uzantıları, bu davayı bir hesaplaşma ve “engelleri kaldırma operasyonuna” çevirdi.
Bu davadan bugüne kadar gözaltına alan isimleri alt alta yazarsanız karşınıza pokerdekine benzer bir “beş benzemez eli” çıkıyor.
Bir arada olması asla mümkün olamayacak insanlar, ne olduğu, kim tarafından sevk ve idare edildiği bilinmeyen bir “terör örgütünün” üyesi olarak yargılanıyorlar. Çoğunun mahkûm edilmesine olanak olmadığı da bilindiği için tutukluluk süreleri cezalandırılmaya dönüştürüldü. Bu da yetmiyor, insanlar tecrit hücresine atılıyor.
Daha ilk iddianameler ortaya çıktığında yazmıştık: Bu dava bitmek bilmeyecek, adalet gecikecek ve varsa suçlular sırf bu nedenle cezasız kalacak diye.
Artık ortaya çıktı ki davaların kısa zamanda bitebilmesi mümkün değil. Ortaya sanıkların suçla somut ilişkileri ile ilgili deliller konabilmiş değil. Gizli tanık ifadeleri, tek başına kanıt olamayacak telefon dinlemeleri ve savcılığın hayal gücünü yansıtan iddialarla bu davada birçok sanık beraat edecek, buna kuşku yok.
Burada beraat edemeyenleri de AİHM kurtaracak, sırf dava sürecinde temel insan haklarına uyulmadığı için, hayali suçlar yaratıldığı için!
Son tutuklama dalgası da ortaya koyuyor ki aslında onlar da bu işin nereye gitmekte olduğunun farkında.
Onun için fırsat bu fırsattır diyerek, malum çeteye dokunanı yakmak peşindeler.
İhmal ettikleri gerçek, bir gün bunun da hesabının sorulacağıdır!

‘Sosyal paylaşım’ ihtiyacı nereden doğdu?

FACEBOOK’ta gazete tarafından hazırlanmış ve yazılarımın olduğu bir sayfa var. Ama benim kişisel bir sayfam yok. Olmasına ihtiyaç da hissetmiyorum.
Hemen her gün Facebook’a girmem için bir iki davet alıyorum.
“Arkadaşınız filanca ve filanca ve falanca sizi Facebook’a davet ediyor, üye olun, arkadaşlarınızı bulun” gibi bir e-posta.
Bu isimlerin çoğu bana hiçbir şey hatırlatmadığı için gazetedeki arkadaşların şifreleriyle sayfalardaki fotoğraflara bakıyorum, acaba nereden tanıyorum diyerek.
Orada gördüklerime de kolayca inanamıyorum.
Eskiden özel fotoğraflarımız albümlerde olurdu. Bu albümler bir dolapta durur, sadece çok yakın insanlar bunlara bakarlardı. Şimdi herkesin albümü ortada! Kim kiminle nerede ne yapmış, ne yemiş, ne içmiş, hepsi orada.
Bir tür teşhircilik ve başkalarının hayatını gözlemleme merakı bu işte önemli bir rol oynuyor gibi geldi bana.
Teşhircilik tarafı var: En özel durumlarını, günlük yaşamının detaylarını herkese gösterme merakı bu. Üstelik kendini canın nasıl isterse öyle satabiliyorsun da!
“Röntgencilik” de var, hiç tanımadığım ya da az tanıdığım insanlar ne yapmışlar, nasıl tiplermiş anlamaya yönelik bir tecessüs.
Herkes herkesle her şeyini “paylaşıyor”!
Yakın olmak, samimi arkadaş olmak gibi durumlar yok. Birisinin duvarına bir şey yazıyorsun, herkes okuyor. O zaman bu yazdığın şeyi kime yazıyorsun? Arkadaşına mı, herkese mi? Ortalık “duvar filozoflarından” geçilmiyor. Anlamadığım bir durum.
Bir de “eski” arkadaşları bulma meselesi var. Arkadaşın adı üzerinde “eskidiyse” ve zaten uzun süredir görmek, aramak istemediysen şimdi bulmak için neden çaba gösteriyorsun? Bu da bir muamma! Facebook’tan önce insanlar göremedikleri eski arkadaşlarını nasıl buluyorlardı?
Dergi yöneticisi bir arkadaşımız Harvard’da bir “yeni medya” kursuna katıldı. Döndükten sonra bir araştırmadan söz etti. Facebook gibi sosyal paylaşım sitelerindeki erkeklerin ve kadınların önemli bölümü “yeni arkadaşlıklar” peşindeymiş. Yani “eski arkadaşları bulmak” pek geçerli ve kabul gören bir gerekçe gibi durmuyor!

Klasik müzik dâhileri serisi

TEMPO Dergisi’nin verdiği “mutlaka bilmeniz gerekenler” dizisinin kitaplarından sizlere söz etmiştim. Bu aydan itibaren dizi “Klasik Müzik Dâhileri” adı altında devam edecek.
İyi kâğıda basılmış, ciltli ve yıllarca saklanabilecek kitaplarda klasik müziğin dâhi bestekârlarının hayatları anlatılacak, kitabın içindeki CD’de de o bestecinin en seçme eserleri yer alacak. Görsel ve işitsel bir kitap bu!
Bu ay dergi ile birlikte verilen kitap Mozart’ı anlatıyor. CD’de yer alan eserleri ise bu işin ustası Doğan Hızlan seçmiş.
Bu eserin arşivinizde yer almasını öneririm.

Günün şakası

BİR arkadaşım Twitter’da ceriLevis ismiyle yazan bir kişinin mesajını göndermiş. “En iyi direniş mizahtır” diyerek sizlerle de paylaşayım istedim:
“FLAŞ! Bir markete baskın yapan emniyet güçleri okunmaya hazır çok sayıda gazeteyi ele geçirdi. Gazetelerin nasıl çıktığı araştırılıyor.”