Düşünmek baş ağrısı yapar mı?
BU soru ile Tempo’nun ocak sayısında Alain De Botton’un yazısında karşılaştım.
Jean Jacques Rousseau tam olarak buna inanırmış!
Alain De Botton, “Hamlet sorunları olduğu için mi düşünüyordu, yoksa fazla düşündüğü için mi sorunları vardı” diye soruyor.
Bizim memleketimizde yaşamadıkları için bu sorunun gerçek yanıtını bilebilmeleri aslında çok zor.
“Düşünmek”, hele de memleket sorunları üzerine düşünmek bizde gerçekten baş ağrısı yapabilir.
Yıllarca zindanlarda migren ağrısıyla boğuşan şairler, yazarlar bunun örneği.
Ya da işçileri, köylüleri, dar gelirlileri düşünerek meydanlara gösteri yapmaya çıkanlar! Polis copunu kafanıza yediniz mi bilmiyorum ama bu gerçekten uzun süre geçmeyecek bir baş ağrısına yol açar.
Günümüzde de sadece düşündüğü için hapishanelere düşenler, ne kadar yatacaklarını bilmeden bir hücrede ömür dolduranlar da düşünceye bağlı baş ağrısı yaşayanlardan.
Yani aslında sorunun yanıtını bulmak o kadar zor değil.
Dünya tarihi boyunca böyle oldu.
Öte yandan “düşünmeden” yaşamak da ne kadar yaşamaktır, kestirebilmem zor.
Günün birinde bir insan Ege güneşi altında, bir zeytinin gölgesinde yatarken kendine “Hayatın anlamı nedir, ben kimim” diye sormamış olsaydı, bugün sahip olduğumuz konforun hiçbirine sahip olamayacaktık. Bilim böyle gelişti, insanlık bu soruyla başlayan bir ilerleme sürecine girdi.
Üzerinde düşünmeden insan kendi hayatının ne kadar sahibi olabilir zaten?
Her yeni yılın ilk günü bunu yapmak için iyi bir fırsat verir insana. Hem düşünmeye bağlı baş ağrısını, bir gece önceden içilen fazla içkiye bağlayıp, rahatlamak gibi bir avantajı da var!
Eğlendiniz, suçluluk hissetmeyin!
YILBAŞI gecesi eğlencesinin ardından sabah uyandığınızda şöyle düşünüyor musunuz: “Aman tanrım ben dün gece ne yaptım yine? Neden kendime hâkim olamadım. O kadar göbek atmak zorunda mıydım? Hele o şarkı söyleme faciası neydi öyle? Rezil oldum herkese!”
Eğer böyle düşünceler aklınızdan geçiyorsa üzülmeyin, yalnız değilsiniz!
Sizinle birlikte eğlenenlerin de büyük bölümü şu anda öyle düşünüyor. Sabah uyanıp da geceki eğlenceyi hatırlayanlardan kaç tanesi yüzünü yastığa gömerek utancını gizlemeye çalışıyor, bir bilseniz şaşarsınız.
Bu normal bir durum çünkü dünyadaki bütün büyük dinler bunu tehlikeli buluyor ve bu öğreti bilinçaltımıza o kadar işlemiş durumda ki eğlencenin ardından gelen suçluluk duygusu hepimizi esir alabiliyor.
Yasaklanan şeyin ne olduğunu tahmin etmek zor değil.
Aşırı alkol tüketimi, aşırı eğlence yasaklanmış başka günahların işlenmesine yol açabilir.
Onun için işi o kadar abartmadıysanız korkmayın, cehennemde yanmayacaksınız.
Ayrıca günahları affettirmenin birçok yolu var. İnancınıza göre tabii. Günah çıkarmaktan tutun da, hayır işlemeye varana, tövbe etmeye kadar birçok yol!
Fıkradaki gibi “Yaptıklarınız da yanınıza kâr kalıyor” dememi beklemiyorsunuz, umarım!
Unutmayın ki eğlenmesini bilmeyen, hayatta başka şeyleri yapmayı da o kadar iyi bilemez.
Bütün hayatınızı sıkılarak geçirmek istemiyorsanız tabii!
Sırada Madonna var olmazsa Lady Gaga!
MANGA ile birlikte sahneye çıktım ve “Bir kadın çizeceksin”i söyledim: “Bir kadın çizeceksin / O’nun gibi bırakıp gitmeyecek / Saklayıp gömeceksin / Kimseler sevemeyecek!”
Rock şarkıcısı olmak hep istemiştim, bunu da Hürriyet’in yılbaşı partisinde konser veren Manga’nın hoşgörüsü sayesinde başarmış bulunuyorum!
Bu aslında “ilk sahne deneyimim” değil.
Hıncal Uluç ve Ali Kocatepe ile “Çağdaş Üç Şarkıcı” isimli grubumuzla sahne hayatına girdim!
Hıncal Ağabey, grubun kısaltılmış ismini söylemeyi daha çok seviyor ama ben düşünmek bile istemiyorum.
O vakitler daha havalıydık tabii. Sezen Aksu’nun, Nükhet Duru’nun, Modern Folk Üçlüsü’nün bizim arkamızda vokal yaptıklarını da belirteyim ki işin ciddiyeti anlaşılsın.
Boynuz kulağı geçiyor tabii, vokalistlerimiz bizden daha meşhur!
Akrep Nalan’ı da unutmayalım. Türkiye’nin en eğlenceli şarkıcısının elinden mikrofon almak da başka bir şey tabii!
Enbe Orkestrası ile de Milliyet’in yılbaşı partilerinde orkestra şarkıcılığını denediğimi de ekleyeyim!
Şimdi hedefimi büyütmeye karar verdim. Madonna ile uluslararası konser pazarına açılmayı hedefliyorum. Tabii sahnede onun kadar koşamam. Onun için bu yıl spora ağırlık vereceğim zaten!
Bu köşe babamın malı değil elbette. Şimdi bu sizler için tamamen gereksiz ayrıntıları neden buraya yazdığımı merak ediyor olmalısınız.
Memleketimiz ciddiyetten kasım kasım kasılırken ortasından çat diye çatlamaya aday insanlar tarafından yönetiliyor.
Herkes o kadar ciddi ve kendisini o kadar ciddiye alıyor ki işte tam da bu yüzden işlerimizin hiçbiri yolunda gitmiyor!
İşte bu yazının kıssadan hissesi: Arkadaşlar, bu kadar kasılacağınıza biraz rahatlayıp, memleketin işlerini güler yüzle halletmeye çalışmanın zamanı gelmedi mi?