Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Erke’nin mucidi olsam ben de askerlere giderdim

DEVRİ daim makinesi Erke ile ilgili gelişmeleri birçok kişi gibi ben de gülümseyerek izliyorum.

Ama şunu da unutmuyorum: Bugün günlük yaşamımızın doğal bir parçası sayılacak birçok buluş da ilk başta böyle tebessümle karşılanmıştı.

Bu nedenle açıklamaların şekline ve içeriğine gülümsemekle birlikte kendime bir ihtiyat payı da bırakıyorum.

Özellikle İslamcı basın “buluşun” emekli generaller tarafından açıklanmasından yola çıkarak fırsattan istifade asker düşmanlıklarını da sergilemeye gayret ediyor.

Yeni Şafak’ın “General Motor” manşetindeki zekáyı bir gazeteci olarak takdir ediyorum ama şunu da söylemeliyim:

Böyle bir buluş yapsanız, yaşamınızın tehlikede olduğunu düşünür müsünüz?

Hiç kuşkusuz düşünürsünüz ve bu durumda paranoyak olmanız, tehlikenin var olmadığı anlamına da gelmez.

Böyle bir buluş, büyük petrol şirketlerini, değişik motorlar üreten binlerce şirketi, enerji şirketlerini tehdit eder, borsalar çöker, şirketler batar, varlığını geleneksel enerji kaynaklarına borçlu ülkeler sarsılır.

Ve bu arada başınıza gelebilecekleri de kestiremez, kendinize bir “kalkan” ararsınız.

Bizimki gibi ülkelerde de bu durumda gideceğiniz yer askerdir. Muvazzaflardan kolayca yüz bulamayacağınız için de çareyi emekli generallerden oluşan bir kalkan yaratmakta bulabilirsiniz.

Erke vardır, yoktur, yalandır, gerçektir bilemiyorum. Ama eğer gerçekten varsa, açıklamayı emekli generallere yaptırmakta bir tuhaflık görmüyorum.

Polis her şikáyette ev basabilir mi?

HOLLANDA Büyükelçiliği’nde görevli konsolos Jacop Koedood ve on yıldır Hollanda yasalarına göre evli olduğu erkek eşi evlerinde fazla gürültülü bir parti yapınca komşuları tarafından polise “Evde uyuşturucu kullanılıyor” diye şikáyet edilmişler.

Bunun üzerine baskın yapan polis, evin salonuna kadar girince ciddi bir diplomatik kriz çıkmış.

Diplomatik dokunulmazlığı olan kişilerin evlerine polisin bu tür baskınlar yapabilmesi mümkün değil çünkü.

Diplomatik kriz, karşılıklı yollanan birçok sert notadan sonra iki ülke Dışişleri yetkililerinin “hiç olmamış gibi davranalım” konusunda anlaşmalarıyla çözülmüş.

Ama bence biz vatandaşlar açısından sorun devam ediyor.

Her kızgın komşunun “Bu evde uyuşturucu kullanılıyor” ihbarında, polisin gerekli izin süreçlerini tamamlamadan ev basması normal bir şey midir?

Şikáyet gürültüden kaynaklanıyorsa yapılması gereken, polisin şikáyet edilen kişinin evine gelmesi ve gürültüyü kesmesini istemesi değil midir?

Gürültünün devamı halinde söz konusu kişinin karakola davet edilmesi ve ifadesinin alınması gerekmez mi?

Eğer “uyuşturucu ihbarı” ciddiye alınmayı gerektirecek delillerle destekleniyorsa ve polis buna dayanarak savcılıktan bir arama izni almıyorsa ev nasıl basılabiliyor?

Bir kez daha ortaya çıkıyor ki AB uyum yasası çıkarmak yetmiyor, bunu uygulayacak kamu personelinin de iyi bir eğitimden geçirilmesi gerekiyor.

Pinokyo’nun burnu giderek uzuyor!

BULAŞMAYAYIM diyorum ama Sabah’taki Pinokyo’nun burnunun her geçen gün biraz daha uzamasına da ilgisiz kalamıyorum.

Okuyucuların çoğu gazetelerin kaç sattığıyla ilgilenmez.

Okuyucu için önemli olan gazetesinin hangi haberleri verdiği, yorumcularının ne yazdığı ve en sonunda da o gazetenin sadece doğruları yazmasıdır.

Kim hükümete yaranmak için yayın yapıyor, kim İslamcı sermaye soygununu görmezden geliyor? Okuyucu açısından bunlar daha önemlidir.

Ancak, adı lazım değil, Sabah’taki yöneticinin, gazete tirajlarını bile doğru yazmıyor olması da okuyucu açısından önemli. Bu durum, o gazetenin ve o kişinin güvenilirliği ile ilgili önemli bir bilgi. Okuyucular bunu bilsinler ki kararlarını da ona göre versinler istiyorum.

Bu kişi Ergun Babahan’dan görevi devraldığında Sabah ile Hürriyet arasındaki hafta içi satış farkı 65 bin civarındaydı.

Şimdi bu fark kendi dağıtım şirketlerinin verdiği son rakamlara göre 95-100 bin arasında. Hafta sonu farkı da 200 binler civarında.

Bu arkadaş dün tiraj denetleme kuruluşu ABC’nin raporlarında farkın daha az olduğunu iddia ediyordu.

Okuma eylemi ile başı hoş olmadığı için belli ki ABC raporlarının başlığını da okumaya sabrı yetmemiş.

ABC denetlenmiş tirajları açıklıyor ve baktığını söylediği rapor Nisan-Haziran 2006 dönemine ait.

Benim verdiğim rakamlar ise Sabah’ın dağıtım şirketi Merkez Dağıtım’ın açıkladığı ve en sonu geçen hafta tarihli raporlardan. Masasının üzerine bakarsa, okumaya fırsat bulamadığı káğıt yığınları arasında onları da kolayca bulabilir.

Haftalık toplam 800 bin adetlik satış farkının nereden kaynaklandığını hesaplayamayacağı için ben yazayım: 400 bine yakını hafta sonu farkı. Geri kalanı da hafta içinde oluşuyor.

Dün bir de Hürriyet’in Sabah korkusundan zam yapamadığını, bu yüzden çok sattığını yazıyordu.

Sabah, ülkenin üçte ikisinde Hürriyet’ten yüzde otuz daha düşük fiyata satılıyor.

İstanbul’da dün bayiden Hürriyet alırken 50 kuruş, Sabah alırken de 40 kuruş ödedim.

Size bir bilgi daha vereyim; Sabah, yine Türkiye’nin üçte ikisinde kendisinin yarısı kadar sayfayla çıkan Vatan Gazetesi’nden bile ucuza satılıyor.

Rekabetten korktuğu için gazetesini maliyetinin altında satmaya çalışan kimdir, siz karar verin.

Bu memlekette dört gazete, otuz küsur dergi yayımlamış bir meslek büyüğü olarak ona şunu söyleyeyim: Ona buna çamur atmakla uğraşma, işine konsantre ol. Yoksa Sabah da Kanal 1 gibi olacak. Haberin olsun!