Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Aşırı laikçilerin su tuzağı(!)

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün Güneydoğu gezisi öncesinde Diyanet Sen’in (Diyanet işlerinde çalışan kamu görevlilerinin sendikası) Şırnak Şube Başkanı bakın ne demişti: “Sezer, ramazan ayında milletin karşısında su içti ve görev süresince milletin değerlerine sahip çıkmadı. Sayın Gül ise ilk iftarını ilimizde millet ile gerçekleştirecek. O bizimle iftar açacak, biz de onunla iftihar edeceğiz.”

Ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ilk yurtiçi gezisinin üçüncü gününde Siirt’teydi ve burada toplantı masasında bulunan bir bardak suyu içti.

Daha sonra da oruçlu olduğunu hatırlayıp, masaya su koyan görevlilere çıkıştı: “Neden buraya su koydunuz?”

Bunu nasıl yorumlamalıyım siz karar verin: “Allah’ın parmağı yok ki gözünü çıkarsın” sözü, bu duruma denk geliyor olabilir mi?

Gül’ün ramazanda su içtiği haberini okurken, bir ramazan ayında su içti diye eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in nasıl bir yaylım ateşine tutulduğunu hatırladım.

Mesela Milli Gazete şöyle yazmıştı: “Sezer iki yıl önce Ramazan ayına denk gelen 29 Ekim resepsiyonunda içkili resepsiyon düzenlemişti. (Bu garip cümleyi ben kurmadım, böyle yazılmış.) Sezer, daha önce de Ramazan’da Müslümanların gözü önünde su içmişti.”

Vakit de şöyle yazıyordu: “Musevilerin Hanuka Bayramı’nda kutlama mesajı yayınlamayı ihmal etmeyen Sezer, Ramazan ayında su içerek mesaj vermişti.”

Bakalım yarın ne yazacaklar bu konuda.

Acaba Vakit şöyle bir manşet atar mı: Aşırı laikçilerin, Gül’e “su” tuzağı!

Çatal ile bıçağın yeri ne gösteriyor?

DÜN Hürriyet’te yayımlanan bir fotoğrafta küçük bir ayrıntı dikkatimi çekti.

Bu fotoğrafta, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Yüksekova’da 4. Komando Taburu yemekhanesinde askerlerle yemek yerken görülüyor.

Cumhurbaşkanı’nın önündeki tabakta çatal sağ, bıçak sol tarafta duruyor.

Karşısındaki genç askerin önündeki tabakta ise çatal ve bıçak olması gereken yerdeler: Çatal sol, bıçak sağ tarafta.

Cumhurbaşkanı’nın çatal-bıçak ile nasıl yemek yenileceğini bilmiyor olmasına ihtimal vermiyorum.

Belli ki insanların hijyen kurallarını bilmedikleri ve sol ellerini sadece “temizlenmek için kullandıkları” dönemde önerilmiş bir kuralın etkisi altında hálá.

Sabunun icat olduğu, yaygın olarak kullanılabildiği bir dönemde bile bir elin “pis sayılması”nı başka türlü açıklayamıyorum.

Bu kadar basit bir alışkanlığını bile değiştirmekte zorlanan bir kişinin, çok daha temel konulardaki görüşlerini gerçekten değiştirmiş olabileceğine inanıyor musunuz?

Sporcunun ahlaklısını severim!

EMRE Belözoğlu’nun, Türkiye-Macaristan maçındaki gollerden sonra Basın Tribünü’ne doğru dönerek yaptığı el kol hareketleri, sporcunun sadece zeki ve çevik değil, aynı zamanda ahlaklı da olması lazım geldiğini gösteren bir örnek oldu.

İsviçre maçının bitiminde rakip oyunculara saldırarak hepimizi utandıran ve bu nedenle UEFA tarafından ağır bir cezaya da çarptırılan Emre, belli ki akıllanmamış.

Sahip olduğu yeteneği kullanmayı bilememiş ve Avrupa’nın en büyük takımlarından, İngiltere’nin ikinci sınıf takımlarından birine kadar gerilemiş ve orada bile kadroya giremeyen bir futbolcunun hazin sonu da diyebiliriz buna.

Merak ediyorum, Emre bu hareketi golden sonra yaptığına göre, oynadığı takımlar gol yediği zaman kendisinin de aynı harekete maruz kalmış olduğunu mu düşünüyor acaba?

Böyle bir oyuncunun oynadığı bir Milli Takım’ın, Türkiye’yi, Türk halkını temsil edebilmesi mümkün mü?

Bu bir uluslararası karşılaşmada yapıldığına göre elbette UEFA da bir değerlendirme yapacaktır.

Ancak bu hareketi cezalandırmak, UEFA’dan önce Türkiye Futbol Federasyonu’na düşer.

Emre’ye artık o forma bir daha hiçbir şekilde verilmemelidir.

Bir not da dinci basınla ilgili: Emre’nin bu terbiyesizlikleri dün yayımlanan dinci gazetelerin hiçbirinde yer almadı.

Bu durum, hiç kuşku yok ki, Emre’nin “Fethullahçı” olmasından kaynaklanan bir koruma içgüdüsünden kaynaklanıyor.

Hoca Efendi, bu terbiyesizlikleri nedeniyle Emre’nin kulağını çekse iyi olur.