Esrarengiz bir bağlantı
ÖYLE bir ülkede yaşıyoruz ki başka bir yerde günlerce manşetlerden inmeyecek bir haber gazetelerde kendisine ancak küçük bir yer bulabiliyor.
Bu nedenle gözden kaçmış olabileceğini düşünerek şu habere dikkatinizi çekmek istiyorum:
Hatırlayacaksınız, Uğur Dündar’a karşı girişilen bir saldırı kampanyasının bir ayağı da Dündar’ın ve ailesinin yurtdışına çıkış kayıtlarının radikal dinci gazeteye sızdırılmasıydı.
Bu olayla ilgili açılan soruşturmanın sonucunda bazı polis memurları hakkında dava da açıldı.
Hakkında dava açılan bir polis memurunu (ismini yazmıyorum, bakarsınız herkesin bildiği ismi yazdım diye Terörle Mücadele Kanunu’na göre dava açıp, hapse tıkarlar diye!) meğerse yakından tanıyormuşuz!
Söz konusu polis memurunun, Hrant Dink’in öldürülmesinden hemen sonra sanıklardan “Büyük Ağabey” diye tanıdığımız Erhan Tuncel’i telefonla arayarak konuştuğunu biliyoruz.
Tuncel’e “Senin böyle bir şeyden haberin var mı” diye sorduğunu, Tuncel’in de “Yasin mi yaptı? Hayır, Yasin yapmış olamaz” dediğini Dink Cinayeti Davası’nda öğrenmiştik.
Bu iki olay arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu iddia etmiyorum elbette. Bunu söyleyebilmek için bilgilerim yetersiz. Ancak bir davanın sanığı, diğer davanın tanığı olan kişinin varlığı bile üzerinde kuşkusuz önemle durulmasını gerektiren bir durumdur.
Bir yandan önemli bir cinayetle ilgili olarak, cinayetin hemen ardından istihbarat amaçlı bir konuşmada “12’den isabet ettiren” bir polis memuru, diğer yandan aynı kişi bir karalama kampanyasının “köstebeği” olarak karşımıza çıkıyor.
Hem Dink cinayetinin arkasındaki bağlantıların iyice açığa çıkarılması açısından hem de gizli kişisel bilgilerin sızdırılmasıyla yürütülen bir karalama kampanyasının gerçek amacını öğrenebilmek açısından bu işin derin bir şekilde soruşturulması gerektiği çok açık.
Bir kitap önerisi
PİYASAYA çıktı mı bilmiyorum, bana kitabın sponsoru Derimod tarafından gönderilmiş.
Bir Yudum İnsan Yayınevi tarafından yayımlanan kitabın adı “O Daima Şıktı”. Nebil Özgentürk tarafından yayına hazırlanan kitap, Atatürk’ün yaşamından kesitler ve fotoğraflar içeriyor, sadece o zamana göre değil, bugün için bile hayli şık sayılması gereken giyim-kuşam anlayışını aktarıyor.
Yaşadığı yıllarda değişik vesilelerle Atatürk ile kişisel ilişkileri olmuş tanıkların anlatımı bu.
“Son tanıklar” ile söyleşileri Emre Kongar ve Hasan Yelmen yapmışlar. Hızlı okunabilen, fotoğraflarla insanı oyalayan bir kitap bu! Haberiniz olsun istedim.
Tibuk’un açıklaması
15 Nisan’da bir yazı yazdım. O yazımda günün tartışma konusu olan “Pakistanlı yüksek yargıçlar” meselesine değiniyordum.
Ertuğrul Özkök, 15 Mayıs 2000 tarihinde eski bir yazısında Pakistan Yüksek Mahkemesi’nin, askeri darbeyi meşrulaştıran bir karar verdiği haberini bir yabancı gazetede okumuş ve aktarmış. Ben de onu aktarmıştım. O zamanki Liberal Parti Başkanı Besim Tibuk da bu haberin verilmesinin “askeri darbeleri meşrulaştırıcı” olduğunu düşünüp, Basın Konseyi’ne şikâyet etmiş, Konsey şikâyeti haksız bulmuş.
Ben de “bir haberin yayımlanmasının bir liberali nasıl rahatsız etmiş olabileceğini” sormuştum.
Tibuk, bunu “basının bazı haberleri saklaması adına” yapmadığını, “askeri darbeleri meşrulaştırıcı bir yorum olduğunu düşündüğü için yaptığını” belirtiyor.
Okuyucularımın bilgisine sunarım.
Baykal’ın okuması gereken söyleşi
ESKİ İspanya Başbakanı Aznar, başbakanlık görevi sürerken ve daha 50 yaşındayken siyaseti bırakacağını açıklamıştı. Ve öyle de yaptı.
O tarihte Fransız Le Monde gazetesinde, Aznar ile yapılmış bir söyleşi yayımlandı. Yanlış hatırlamıyorsam Erdal Şafak, Sabah’taki köşesinde bu söyleşinin çevirisini de yayımlamıştı.
O söyleşide Aznar’ın sözleri arasında en çok şu dikkatimi çekmişti.
Gazeteci şöyle soruyordu: “50 yaş siyaseti bırakmak için çok erken değil mi? Çocuklarınız bunun için ne düşünüyorlar?”
Aznar da kelime kelime hatırlamasam da şöyle yanıtlıyordu: “50 yaş, yeni bir hayata başlamak için çok uygun bir yaş. Çocuklarım da artık büyüdüler. Onlara iyi bir eğitim verdim. Ben liberal bir insanım, onlar da kendi yaşamlarını kurabilirler.”Aznar o söyleşide birikimini kitaplar ve konferanslar yoluyla aktarmayı düşündüğünü de anlatıyordu. Bizde ise biliyorsunuz, böyle bir şey hiç olmuyor.
Siyasette belli mevkilere gelen kişiler o koltuğa yapışıyorlar ve normal süreçlerde asla o koltuğu bırakmaya da yanaşmıyorlar.
Bir şekilde bırakmak zorunda kalanlar da ne yapıp, edip geri dönmeye çabalıyorlar.
Deniz Baykal’ı ve son olayları izlerken Aznar’ı yine hatırladım.
Geçen hafta Baykal’a artık yaşamının tadını çıkarması gerektiğini önermiştim. Yıllar hızla geçiyor ve yaşam sadece politikadan ibaret değil. Şimdi Baykal’a, Aznar’ın o söyleşisini bulup okumasını öneriyorum.
Kendisi geçmişte ciddi bir siyaset bilimciydi. Onun üzerine hatırı sayılır bir politika deneyimi de yaşadı. Bakanlıklarda bulundu, parti yönetti, hapiste bile yattı.
Artık bir kenara çekilip, bu deneyimlerini bilimsel bilgi süzgecinden de geçirerek bizlerle paylaşsa, politikaya hevesli gençlere ışık tutacak şeyler yazsa ne kadar iyi olurdu.
Bunu yapabilirse, sadece memlekete bir hizmette bulunmuş olmayacak, hiç kuşku duymasın ki ileride çok daha iyi hatırlanacak.