Etnik kökenlerimizin ne önemi var?
DEPREMDEN sonra Van’a giden BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Türkiye’nin dört bir yanından gelen yardımlarda kardeş kokusu, kardeş selamı var. Herkese teşekkürler” dedi.
Evet, bu koku var çünkü biz aynı toprağın insanlarıyız.
Bakmayın bazı dangalakların Twitter’a yazdıkları ırkçı yorumlara. Benzerini Körfez depreminden sonra İslamcı fanatikler de yazıp söylemişlerdi.
Van’da yıkılan binaların altında kalanların, etnik kökenlerinin ne olduğunun önemi yok.
Kürt de olsalar, Türk de, hepsi aslında aynı insanlar! Çürük binalarda, kerpiç evlerde yaşamak zorunda kaldılar, kötü kaderleri de birbirine benziyor. Ortak paydaları yoksul olmaları. Sorunları birbirlerinin etnik kökenleriyle değil, içinde yaşadığımız ekonomik düzen ile ilgili olmalı. Bunda şaşılacak bir durum yok.
Şaşırdığım şey, Demirtaş’ın, deprem yardımları vesilesiyle bile etnik farklılığa vurgu yapan bu sözleri söylemesi.
Bunun depremde kaybettiklerimizin acısını yüreğinde hisseden, Kürt ya da Türk her vatandaşımıza yapılmış bir haksızlık olduğunu söylemem gerek.
Hırsızlığın ve sorumsuzluğun bedeli
DEPREMDEN sonra bölgeden gelen haberler, deprem bölgelerindeki kamu binalarının bazılarının da ağır hasar gördüğünü, yıkıldığını gösteriyor.
Bitlis’te Devlet Hastanesi gördüğü hasar nedeniyle boşaltıldı. Yıkılan okullar, öğrenci yurtları var. Devlet daireleri, cezaevi aynı durumda!
Bunlar hepsi belli bir projeye dayanılarak inşa edilmiş olmalı. Statik hesapları yapılmış, onaydan geçmiş projelerle!
Deprem bölgesi için özel olarak hazırlanmış projelere göre yapılan binalar neden yıkılsın ki? Ama belli ki iş uygulamaya geçilince kimisinin betonu çalınmış, kimisinin demiri. Ortaya çıkıyor ki ne o inşaatları kontrolden sorumlu kamu görevlileri işlerini düzgün yapmışlar ne de ihaleleri alanlar ellerindeki projelere uymuşlar.
Bunun hesabının sorulacağını zannetmeyin sakın. Körfez depreminde bu hesaplar kimden soruldu ki, Van’da sorulsun.
Sigorta yaptıranlar boşa para harcamış
KÖRFEZ depreminden sonra zorunlu deprem sigortası getirildi. Amaç şuydu: Binalar depreme karşı sigortalansın ki olası depremlerde yıkılan binalar bu sigortanın fonundan karşılansın, bütçeye yük olmasın.
Van’daki binaların sadece yüzde 10’unun deprem sigortası olduğunu öğrendik. Bunların ne kadarı yıkıldı, yıkılan binaların yüzde kaçının deprem sigortası yoktu, şu anda bilebilmemiz mümkün değil.
Genel orana bakarak şunu söyleyebiliriz: Birilerinin çürük binalar yapmasının, betondan, demirden çalmasının bedelini yine hep birlikte ödeyeceğiz!
Elbette böyle bir yıkımdan sonra evsiz, barksız kalan insanlara yardım etmek, onları başlarını sokacakları bir yuvaya kavuşturmak insanlığın bir gereğidir. Buna bir itirazım yok.
Ama böyle olacaktıysa zorunlu deprem sigortası neden getirildi? Kurallara uyarak sigorta yaptıranlar ile yaptırmayanlar arasında bir fark olmayacaksa birçok insan sigorta ücretini neden ödedi?
Devleti yönetenlerin, kanunlara uyan vatandaşlara karşı en azından bir özür borcu olmalı.
Hani Libya’ya demokrasi gelecekti
KADDAFİ ’yi devirerek yönetime el koyan Ulusal Geçiş Konseyi Başkanı Mustafa Abdülcelil, Libya halkını neyin beklediğini Bingazi’deki mitingde açıkladı:
Libya artık şeriat kurallarına göre yönetilecek!
Abdülcelil, Libya’nın bir İslam ülkesi olarak şeriatla yönetilmesi gerektiğini söylüyor. Kaddafi döneminde çıkan ve çokeşli evliliği yasaklayan kanun da artık yürürlükten kaldırılmış, erkekler birden çok kadın ile evlenebilecekler! Faiz yasaklanıyor vs. vs.
ABD Dışişleri Bakanı Clinton, Kaddafi’nin devrilmesini “özgürlük ve onur isteyen, sıradan cesur Libyalıların eseri” olarak niteliyor.
Avrupa ve Amerikalı liderler de ağız birliği etmişler, Libya’nın “Kaddafi’den kurtuluş bayramını” kutluyorlar. Oysa gerçekten özgürlük ve demokrasi isteyenler için ortada kutlanacak bir bayram filan yok.
“Arap Baharı” rüzgârları Tunus’ta esmeye başladığında, bundan bildiğimiz anlamda bir “demokrasi” çıkmasının zor olduğunu yazmıştım.
Uzun yıllar boyunca diktatörlerin elinde kalmış, sivil örgütlenme deneyimi yaşamamış, sendikaları, sivil toplum kuruluşları gelişmemiş, demokratik siyaset pratiğine sahip olmayan halkların kalkışmasından bir anda demokrasi çıkması çok zor çünkü.
Bu ülkelerde, diktatörlerin devrilmesinden sonraki boşluğu radikal İslamcıların doldurmaları da normaldir, çünkü onlardan başka örgütlü bir güç de bu toplumlarda bulunamıyor.
Libya halkı, şimdi bir diktatörden kurtulup, ötekisine yakalanmış durumda.
Şeriat yönetimlerinin her biri kendi meşrebine göre farklılıklar gösterse de birleştikleri tek bir nokta var: Bireysel hakların İslam adına çiğnenmesi normal, demokrasi ve özgürlük istekleri “rejim düşmanı” olarak nitelenmek için yeterli!
Ortadoğu halklarının kaderi ne yazık ki bu devirde böyle: Gelen, gideni aratıyor!