Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Evet, genel af kaçınılmaz ama…

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “genel af” sözü vermesine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan çok sinirlendi: “Sadece biz değil, Türkiye ayağa kalkar” dedi. “Bu yetkiyi kimden alıyorsunuz” diye sordu.

Kılıçdaroğlu bir gün iktidara gelip, sözünü tutmak isterse yetkiyi kimden alacağı belli: Seçimle onu iş başına getirenlerden almış olacak. Tıpkı, Başbakan’ın şu anda kullanmakta olduğu yetkiyi aldığı gibi!
“Türkiye’nin ayağa kalkması” meselesi ise bunun nasıl yürütüleceğine ve hangi gelişmelerin bir sonucu olacağı ile ilgili olabilir.
AKP, Kürt açılımı diye yola çıktığında bu açılım sürecinin sonucunun kaçınılmaz biçimde bir genel af olacağını yazmıştım. Eğer ayrılıkçı terör sorununu kesin olarak çözümlemek istiyorsak bunun yolu bir genel aftan da geçer. Dağdaki insanları düze indirmenin bilinen yolu budur ve dünyanın her yerinde de böyle oldu. Endonezya’da da, Güney Afrika’da da!
 Mesele her şeyden önce demokratik ve herkesi memnun edecek bir çözüm yolunun ortaya konması ile ilgilidir.
Hükümetin içeriğini bir türlü açıklayamadığı açılım sürecinin, Habur’daki karşılama törenleriyle berhava olmasının nedeni de budur.
 Kılıçdaroğlu’nun bu sözüne en çok karşı çıkanların “açılım şampiyonları” olması bu nedenle daha da tuhaf bir durum.
Yargıçları ve savcıları sınır kapısına gönderip, gelenleri aksini söylemelerine rağmen “siz pişman oldunuz” diye bıraktıranların aynı kişiler olduğunu hatırlatmak isterim.
Öte yandan bugünden af konusunu konuşmanın anlamsızlığı da ortada. Bu sorunun çözümü için nasıl bir yol izlenecek, ne tür demokratik çözüm yolları bulunacak? Bunları ortaya koymadan affı konuşmak abes bir iş! Hükümetin “açılım” diye ortaya atılıp, hiçbir şey yapamamış olmasından da bir farkı yok!

Gizli örgüt meselesini de unutmayalım

HANEFİ Avcı’nın kitabını daha uzun süre tartışacağız.
Tartışma bizim geleneklerimize uygun olarak büyük ölçüde “havanda su dövmek” şeklinde geçecek buna kuşkum yok.
Kimisi “neden yazdı” yı, kimisi “neden şimdi yazdı”yı tartışacak. Elbette Avcı’nın kişiliği ve hayat beklentileri üzerine de çok söz söylenecek.
Kitabın içeriğine arada sırada değinenler de olacak ama onların sesi doğal olarak çok duyulmayacak çünkü bu tür tartışmaları sıkıcı bulan bir toplumsal iklime sahibiz.
Ortada bir iddia var: Fethullah Gülen’e bağlı olarak hareket ettiğini bildiğimiz bir “cemaat” örgütlenmesi var, bunu biliyoruz.
Bu cemaatin özellikle İçişleri ve Adalet Bakanlığı bünyesinde yandaşlarını ya da sempatizanlarını iyi pozisyonlara getirmek gibi bir hedefleri olduğu da sır değil.
Öte yandan “cemaatin” bir tür “yönetim kurulu” olduğunu da öğrenmiştik. Çekilecek bir filme bütçe arayan bir yapımcının, bu yönetimin içindekilerle görüşüp destek istediğini, ama bu desteğin verilmediğini de Yeni Şafak’ta okumuştuk, ben de burada tekrarlamıştım, hatırlarsınız.
Şimdi toparlayalım: Bir cemaat yapısı var, ne tür işler yapılacağına karar veren bir yönetim düzeni de mevcut.
Bu cemaatin güçlü parasal kaynakları var ama onlar şeffaf değil. Bu kadar okulun parası nereden geliyor, bu televizyonlar, gazeteler nasıl finanse ediliyor? Bunca öğrenci yurdu nasıl işletiliyor? Bunları bilmiyoruz.
 Ortada yasal bir vakıf olsa bunları öğrenebilirdik. Devletin kurumları parasal kaynakların nereden geldiğini bilir, nasıl ve ne amaçla harcandığını denetleyebilirdi.
Ama ortada böyle bir yasal yapı yok.
Şimdi benzeri bir durumun herhangi bir sol görüşlü “grup” için geçerli olduğunu varsayalım.
Devletin kurumları harekete geçer ve ciddi bir “gizli örgüt” soruşturması başlatılırdı.
Evinde iki kitap, bir gazete, üç dergi bulunan gençlerin bile gizli örgüt üyeliğinden aylarca, yıllarca tutuklu kaldıkları bir ülkede başka türlüsü de olmazdı zaten.
 Hanefi Avcı’nın kitabını tartışırken, bu gizli örgüt meselesini de unutmamak gerekiyor.

BDP dışındakilerin de konuşma hakkı var

REFERANDUMDA “evet” oyu kullanacağını açıklayan BDP dışındaki Kürt partileri ve sivil toplum kuruluşları, Diyarbakır’da “baskı ve tehdit altında” olduklarını açıkladılar.
Böylece Hak ve Özgürlükler Partisi, Demokrat Kürtlerin Arayışı, Kürt Devrimci Demokrat Hareketi, Dicle Fırat Diyalog Grubu gibi kuruluşların isimlerini de bir kez daha duymuş olduk.
Bölgede BDP’den daha fazla oy alan AKP’nin varlığını da katacak olursak, Kürtleri temsile yetkili grupların sadece BDP’den ibaret olmadığı bir kez daha ortaya çıkıyor.
Meseleyi etnik düzlemde ele alınca kaçınılmaz olarak Kürtlerin homojen bir siyasi yapı gösterdikleri zannediliyor, oysa değil.
Evet, BDP ve PKK’nın kitle tabanı bu gruplardan daha geniş ama onların varlığını da inkâr etmek mümkün değil.
Sadece Kürt olmaları, Kürt işçiler ve köylüler ile Kürt sermaye ve toprak sahiplerinin çıkarlarının ortak olduğu anlamına gelmiyor.
Doğal olarak bunlar arasında çıkar çatışmaları da var bir tek örgütün tüm bu çıkarları temsil etmesi diye bir şey söz konusu olamaz.
Bu sorunu barış içinde çözümleyeceksek, bölgedeki çok sesliliğin sürmesini de desteklemek zorundayız. Diyarbakır’da var olduğu söylenen baskıyı ve tehdidi ortadan kaldırmak da elbette hükümetin görevidir.