Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Gel de söylenen bu söze inan!

BİNALİ Yıldırım, bacanağının da ifade verdiği soruşturma ile ilgili olarak şöyle söylemiş: “Babam da olsa yanlışı varsa hesabını versin.”

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da, HSYK’yı, Adalet Bakanlığı’nın genel müdürlüğü konumuna sokacak kanun teklifi komisyonda görüşülürken “Yolsuzlukla ilgili olarak kim olursa olsun üzerine gidilmesini açık açık ifade ettik” diyor.
Böyle söylüyorlar ama doğrusu hiç de inandırıcı değiller.
Deniz Feneri’ni nasıl örtbas ettiklerini, KPSS sorularını çalanları nasıl koruduklarını biliyoruz.
Bu hükümet döneminde ortaya çıkan, uluslararası bağlantıları da olan ve en tepedekileri ilgilendiren iki yolsuzluk dosyası var ki daha kapağı bile açılmadı.
Buyurun, tekrar hatırlatayım, madem böyle sözler söylüyorlar, “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” deyişini de bir kenara not etsinler!
İşte iki örnek:
1– Bazı büyükşehir belediyeleri ile bazı kamu kuruluşlarına elektronik, güvenlik, ulaşım, sağlık ve teknolojik ürünler satan uluslararası 3M şirketi, “Türkiye’de rüşvetle iş yaptığını” açıklamıştı.
Açıklama, üç ayda bir ABD’de ilgili makamlara verilen faaliyet raporunda yer almıştı.
Şirket raporunda “bu iddialarla bağlantılı kamu kuruluşlarıyla da temasa geçtiğini” belirtiliyordu.
Bu konuyu 21 Ekim 2010 tarihinde bu köşede sizlere aktardım.
Umuyordum ki şirketin bu açıklamasından sonra hükümet ya da savcılar harekete geçer, söz konusu şirketin aldığı ihaleleri, yaptığı işleri inceler, kimlere rüşvet verildiğini tespit eder.
Son derece kolay bir soruşturma olurdu üstelik. Hangi belediyelerin ve kamu kuruluşlarının bu şirketten mal aldıklarını tespit etmek, ihalenin yürütülüş biçimini incelemek, ilgili kişilerin o günlerdeki parasal hareketlerini takip etmek, günümüzün olanakları ile çocuk oyuncağı çünkü.
Ama bugüne kadar bu konuda bir tek adım atıldığını duymadık!
2– Siemens Telekom bölümünün eski finans direktörü Michael Kutschenreuter, 7 Aralık 2006’da Münih’te savcılığa verdiği ifadede Türkiye’de bir ihale almak için rüşvet verilmesinin en üst düzeyde kararlaştırıldığını anlatmıştı.
İfadesinde şöyle diyordu: “Türkiye’de askeri bir ihaleyi kapatmak için rüşvet verme kararı alındı. Rüşvet işini düzenlemesi için bir aracıyla anlaşmaya varıldı. İhaleyi 150 milyon Euro bedelle Siemens aldı.”
Görüşüldüğünü iddia ettiği bakanı, ifadesinde “komünikasyon bakanı” olarak açıklamıştı.
(Michael Kutschenreuter’in ifadesini Metin Münir, 26 Ağustos 2008 tarihinde Milliyet’te yayımladı.)
Bununla ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın soruşturması hâlâ neticelenmedi.
Başsavcılık, bana gönderdiği açıklamasında Almanya’dan ilgili belgelerin beklendiğini belirtmişti. Aradan yıllar geçti. Bir gelişme olduğunu duymadık.
Ve son yolsuzluk soruşturmasında, savcıların başına gelenlerden sonra artık bir gelişme duymayacağımıza da neredeyse eminim.
Buraya sadece iki örnek aktardım.
Siemens bu faaliyetleri nedeniyle Amerika ve Almanya’da ciddi soruşturmalara muhatap oldu, 1 milyar Euro’nun üzerinde ceza ödemeyi kabul etti.
Yunanistan’da aynı rüşvet olayı nedeniyle bakanlar istifa ettiler, yargılandılar, mahkûm edildiler.
Türkiye’de hiçbir şey olmadı!
“Hata yaptıysa babam bile soruşturulur” sözünü çok duyduk ama buna babalarımız inanmazdı,  bizler de inanamıyoruz!

Yüksek yargının bir fikri yok mu?

PAKİSTAN’ın eski Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari, 2008 yılında seçildikten sonra 8 bin kişinin yolsuzluk suçlamalarından muaf tutulmalarını öngören bir af kararı çıkarmıştı.
Af kararnamesinden yararlananlar arasında kendisi de vardı ki geçmişte zaten eşi Benazir Butto’nın başbakanlığı sırasında adı “Bay yüzde 10”a çıkmıştı. Bütün kamu ihalelerinden yüzde on komisyon aldığı ileri sürülüyordu.
Pakistan Anayasa Mahkemesi Zerdari’nin bu kararını, Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edince de Zerdari, mahkemeye üç yeni yargıç atadı.
Anayasa Mahkemesi bu yargıçların kişinin atanma kararlarını askıya aldı.
Zerdari direndi ve Pakistan’da avukatlar, yargıçlar ayaklandılar.
Günlerce sokak gösterileri yapıldı.
Türkiye’de de yolsuzluk soruşturmalarını önlemek isteyen hükümet, yargıyı tümüyle Adalet Bakanı’nın iki dudağının arasına hapsedecek bir kanun çıkarmaya hazırlanıyor.
Yargı mensuplarının, avukatların sokağa dökülmelerini beklemiyorum ama yüksek mahkeme başkanlarının bu konudaki görüşlerini de merak ediyorum.
Barolar, yasa ile ilgili fikirlerini açıkladılar. HSYK’nın kurumsal olarak açıklama yapmasına olanak yok ama Ahmet Hamsici “kişisel fikirlerini” açıkladı, “Bu kanun Anayasa’ya aykırı” dedi.
Anayasa Mahkemesi, iş sonunda kendi önüne geleceği için fikrini açıklamaktan kaçınabilir ama Yargıtay, Danıştay başkanları ne düşünüyor, açıklasalar da öğrensek iyi olmaz mı?

Komutanlar artık sorumlu değil mi?

ULUDERE’de 34 vatandaşımızın ölümü ile sonuçlanan olayı soruşturan askeri savcı, “askerin kusuru olmadığı” sonucuna varmıştı.
Savcının takipsizlik kararında askerlerin “görev gereklerini yerine getirirken kaçınılmaz hataya düştükleri” vurgulanıyor.
Normal olarak o rütbelere gelmiş askerlerin “hata” yapmayacaklarını varsaymamız gerekir, kendilerinden beklenen, görevlerini yerine getirirken hata yapmamalarıdır.
Hata yaparlarsa bunun bedelini bir şekilde ödeyeceklerini de var saymamız gerekir, ama takipsizlik kararından da anlıyoruz ki, hava harekâtı yapılması sürecinde yer alan komutanların hemen hepsi terfi etmiş, yeni görevlere de atanmışlar.
Öte yandan eğer “görev gereklerini yerine getirirken kaçınılmaz hataya düştüler” ise, karar alma süreçlerinde sorun var demektir.
Bu süreçleri mükemmelleştirmek ve insan hatasını en aza indirmek de o komutanların görevi değil miydi?
Yedek subay okulunda en çok duyduğum sözlerden biri şuydu: Başarıdan da, başarısızlıktan da komutan sorumludur!
Bu olayda açık bir başarısızlık var, savcılık “Hata yaptılar” diyor ama başarısızlığı üstlenip, özür dileyerek istifa eden kimse de çıkmadı.
Zaman içinde askerlikteki kurallar değişti ve ben geride mi kaldım, yoksa bunlar sadece içi boş güzel sözlerden ibaret mi?