Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Güveni zedeleyen bu tavırlardır

KADIN ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf, Denizli’de bir tarikat tarafından verilen yemeğe katıldı.

Yemek, Nurcu görüşlere yakınlığıyla bilinen cemaatin dergáh evinde yenildi. Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamada, Kavaf’ın vatandaşların daveti üzerine yemeğe katıldığı, kısa bir süre kalıp ayrıldığı belirtiliyor. Belli ki bakan da, basın müşavirliği de durumun tuhaflığının farkında, yapılacak olumsuz yorumları engellemek için peşin bir açıklamaya ihtiyaç duyulmuş.

Bakanların, yemeğe çağıran her vatandaşın davetine uymadıkları bir gerçek! Buna zaten ne zaman yeter, ne de öğün sayısı.

Bu nedenle adı “vatandaşların daveti” olarak konsa da bu tür yemeklerin sembolik anlamları vardır.

Kadın ve aileden sorumlu bir bakanın, bir tarikat dergáhına gidip yemek yemesi de böyle bir durum.

Acaba orada dini ve toplumsal taassup nedeniyle okuma olanağı bulamayan, toplumsal hayata katılmaktan alıkonulan, çocuk yaşta evlendirilen kız çocuklarıyla ilgili birkaç söz söyleme fırsatı da bulabildi mi diye merak ettim.

Bazı AKP yöneticilerinin, ne yaparlarsa yapsınlar toplumun bir kesiminde güven yaratamadıklarından yakındıklarını duymuşluğum var.

İnandırıcılığı zedeleyen işte bu tür tavır ve tutumlardır.

Türkan Saylan gibi, kendisini okuyamayan kız çocuklarına olanak sağlamaya adamış bir kişiliğin cenazesinde görülmeyen bir ’kadından sorumlu’ bakanın, “vatandaşların daveti üzerine” tarikat yemeklerine katılması da bu tavır ve tutumlar için gerçekten iyi bir örnektir.

Bu yöntem iyi sonuç vermez

SAĞLIK Bakanı Recep Akdağ’ın, sağlıkta tam gün çalışma yasa tasarısıyla ilgili eleştirilere verdiği yanıt, dün Sabah’ın manşetindeydi: “Paracı doktorlar gürültü yapıyor.” Bakan araştırma yaptırmış, halkın yüzde 93’ü doktorların tam gün çalışmalarını istiyormuş. Bu yüzden tam gün yasasına karar verilmiş.

Bakan Akdağ’a, bu yöntemi böyle yüksek sesle söylemesini pek önermem.

Bir araştırma yaptırsak ve halka “Milletvekilleri kaç lira alsın, bakan ödenekleri ne kadar olsun” diye sorsak, yüzde 99 yanıtın “Hiçbir şey almasınlar” çıkacağını görürüz.

Yani bu yöntem, popülizme yarar ama gerçek ihtiyacı belirleyecek bir sonuç elde edilmesine yardım etmez.

Bakan Akdağ, gürültüyü koparan doktorların sayısının 1200 kişi civarında olduğunu söylüyor.

Eğer dediği doğru ise zaten yasaya gerek yok demektir.

İyi ücretle teşvik edilecek hekimlerin çoğunluğu hastanelerde tam gün çalışmayı seçer ve geri kalan 1200’ü de muayenehanelerine dönerler, sorun biter.

Ama dediği doğru olmadığı için gürültü bir türlü dinmiyor.

Hekim maaşları, görülen eğitiminin uzunluğu ve ağırlığı ile orantılı değil.

Gerçek bir reform hedefleniyorsa soruna bu noktadan yaklaşmak, bakanın istediği tam gün çalışmayı kendiliğinden teşvik edecektir.

Muayenehanelerde çalışan personelin ve atıl durumda kalacak araç gerecin nasıl istihdam edilip değerlendirileceğini kapsamayan bir kanun tasarısının “eksik olduğu” da çok açık görülüyor.

Bakan inadından vazgeçip meslek kuruluşlarına kulak verse önemli bir yol alınabilir. Ama bunun için de demokratik terbiye gerekiyor ki “ben yaparım olurcu” AKP yönetimi söz konusu ise durum umutsuz demektir.

Büyük bir tanıtım fırsatını boşa harcıyoruz

FORMULA 1 yarışlarının İstanbul ayağı gerçek bir fiyaskoya doğru hızla ilerliyor.

Pazar günü yapılan son yarışta seyirci sayısı 90 bini ancak buldu ve bu rakam iki yıl sonra anlaşmanın yenilenmesi aşamasında baş ağrıtacak bir seviyeye karşılık geliyor.

Formula 1 yarışlarının İstanbul’a alınması, bu kentimizin dış turizme açılması projesinin de önemli bir parçasıydı.

Yarışların yapıldığı ilk yıl, İstanbul otellerinde yer kalmadığını hatırlıyorum. İlk yıl yaklaşık 20 bin turist yarışları seyretmek için İstanbul’a gelmişti.

Bu yıl yarışları izlemek için yurtdışından gelenlerin sayısı 5 bin olabildi.

Sayı giderek artacağına her yıl azaldı.

Kuşkusuz ki bunda ekonomik krizin de etkisi var. Türkiye Otomobil Sporları Federasyonu Başkanı Mümtaz Tahincioğlu’nun açıklamasına göre, İstanbul yarışı, ekonomik krizden en çok etkilenen yarış olmuş. Bu da İstanbul yarışının krizden daha başka sorunları da olduğunu gösteriyor.

Sorunun temelinde tanıtım yatıyor.

Türkiye’de bu yarışın ana sponsorluğunu üstlenecek ve bunun gereklerini yerine getirecek çapta ve vizyonda bir şirket olmadığı görülüyor.

Böyle bir destekçi olmadığı sürece yarışa yurtiçinde ilgi yaratmak mümkün değil. Çünkü Türkiye’de otomobil sporları, zaten izleyici ve sporcusu sınırlı bir spor dalı! Bu ilgiyi yaratacak olan otomotiv ve otomotiv yan sanayinin çabasıdır ve böyle bir çaba da yok.

Öte yandan Formula 1’in İstanbul’a yönelik turizm kampanyalarında neredeyse hiç yer almaması da bir başka handikap.

Oysa bu bir tek organizasyon bile İstanbul’un bir türlü tanıtamadığımız zenginliklerini herkese duyurmak için büyük bir vesile olabilirdi.

Sonuç olarak milyonlarca dolar harcayıp bir pist yaptık, yarışma organizatörüne milyonlarca dolar katılım payı ödüyoruz, ama bundan yararlanmayı hiçbir şekilde başarabilmiş değiliz.

Paramıza yazık olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.