Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

İftara gelene lunapark bedava!

ANKARA’da faaliyet gösteren 10 platform, Esenler Belediyesi’nin düzenlediği 42 bin kişilik “iftar rekoru”nu kırmak için 50 bin kişilik yeni bir iftar yemeği planlamış. Haberi gazetelerde okumuşsunuzdur.

İftar yemeğine katılımı cazip kılmak için sunulan promosyonlar da var. İftar yemeğine katılanlar, Gençlik Parkı’na bedava girecekler, buradaki lunaparktan da bedava yararlanacaklar.
“Bir iftar yapana dönme dolap bedava” dönemi de böylece başlamış oluyor.
Bedava lunapark ve bedava iftar yemeğine katılmak isteyen 50 bin kişinin gerçekten oruçlu olup olmadığını kim, nasıl tespit edebilecek, bunu bilemiyoruz.
Haberden anlaşıldığına göre sanırım bu iftarı düzenleyenler için de bir anlam ifade etmiyor.
Çünkü amaç da zaten “Referandumda evet” kampanyasına destek imiş, iftar bahane!
Bu yemeği düzenleyenlerin dini hassasiyetlerinin yüksek olduğunu varsaymalıyız diye düşünüyorum.
Normal olarak dini bir olayı, dünyevi işlere alet etmek isteyenler olduğunda bunların karşı çıkmasını, “dini hassasiyetlere saygı gösterilmesini” istemelerini beklemek gerekir, ama tam tersi olmuş.
 Başta Başbakan olmak üzere, AKP’nin önde gelen bütün siyasetçileri katıldıkları iftar yemeklerini referandum propagandası için zemin olarak kullanmaya çekinmediler.
Onlar yolu açınca arkasından rekor heveslilerinin gelmesi de kaçınılmaz tabii.
Başbakan, böyle durumlarda “Ulemaya sorun” diyor, hadi ben de sormuş olayım:
Diyanet İşleri Başkanlığı, iftarlarda siyasi propaganda yapılmasını, iftar yemeklerinin böyle amaçlar için kullanılmasını, promosyonlar vaat edilmesini acaba nasıl karşılıyor?
Dinde bunun yeri var mıdır hocam?

Bir çifte standart örneği daha

GENELKURMAY Başkanı Orgeneral Işık Koşaner’in görev süresinin nasıl geçeceği de artık belli oldu sayılır: Soruşturmalar açacak, gazetelere cevap yetiştirecek!
Nitekim daha koltuğunu ısıtmaya fırsat bulamadan, ikinci başkan Orgeneral Aslan Güner için soruşturma emri verdiğini öğrendik.
Orgeneral Güner, Genelkurmay İstihbarat Başkanı olduğu dönemde PKK faaliyetlerini izlemek için alınan dinleme cihazları ile 2 bine yakın sivili dinlettiği iddiasıyla soruşturulacak.
Orgeneral Güner, soruşturmayı kendisinin istediğini belirtiyor.
Doğru bir tutum! Ciddi iddialar, ciddiyetle araştırılmalı ki böyle bir şey varsa sorumlular cezasını başkalarına da örnek olacak şekilde çeksinler, böyle bir şey olmadıysa da insanlar zan altında kalmasınlar.
Genelkurmay’ın incelemelerinden sonra yaptığı açıklamalara inanmamak gibi bir alışkanlık da gelişti ama olsun, soruşturma ciddiyetle yürütülmeli ve sonuçları açıklanmalı.
Ve bu elbette bu tür bütün ciddi iddialarda da aynı şekilde yürütülmeli.
Emniyet Müdürü Hanefi Avcı da benzer bir iddiada bulunmuştu, hatırlayacaksınız.
Bir cemaat örgütlenmesinin yurtdışından kaçak olarak dinleme ve takip cihazları getirdiğini, Emniyet İstihbarat Şubesi’nde bir arama yapılsa, bu aletlerin bulunabileceğini yazdı ve söyledi.
O günden beri de bununla ilgili bir hareket göremedik.
Ne bir savcı bunu ihbar kabul edip bir arama izni çıkararak gidip arama yaptı ne de İçişleri Bakanlığı, Emniyet İstihbarat Şubesi’nde delillerin yok edilmesini önleyecek bir girişimde bulundu.
Hanefi Avcı’nın iddialarıyla ilgili ifadesi alındı, o kadar.
Eğer iddia doğruysa delillerin korunması için gereken hayati bir zaman kaybedildi.
Böyle çifte standart, kamu yönetimi kurallarının hangisiyle bağdaşıyor, bunu da merak ediyorum.

‘Göstermelik’ demokratlık bu kadar oluyor

HRANT Dink davasında Türkiye’nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne verdiği savunmanın kamuoyunda tepki ile karşılanması üzerine hükümetin bu tür davalarda izleyeceği yeni politika şu:
Bundan böyle Türkiye, ifade özgürlüğü ile ilgili davalarda savunma yapmayacak, “dostane çözüm” arayacak.
İlk bakışta “demokratik bir tutum” gibi görülüyor. Bundan böyle söylediğiniz, yazdığınız, çizdiğiniz için Türkiye’de mahkûm olsanız bile AİHM’ye gidip, hakkınızı koruyabilir, Türkiye Cumhuriyeti’nden bir tazminat da alabilirsiniz.
Ama bu tutum bana “demokratik tavrı” değil, AKP hükümetinin bu tür bütün konuları sadece “göstermelik” olarak ele alıp uyguladığını düşündürüyor.
Göstermelik bir tavır, çünkü Türkiye’deki düzen değişmiyor. Yazıp söyledikleriniz için yine mahkemelerde süründürülür, mahkûm edilebilirsiniz.
Öte yandan bu tür mahkûmiyetlerde, AİHM’ye savunma verilmemesi demek, Türkiye’de yürütmenin, yargının kararlarına dolaylı bir müdahalesi de demek.
Bu durumda, hükümet uluslararası mahkemeye şunu söylüyor: “Evet, bizim mahkemelerimiz yanlış karar verdi, parayı ödeyip kurtulalım!”
Bizim hukuk düzenimizde mahkemeler kararlarını, yürürlükteki kanunlara göre veriyorlar.
Elbette mahkemelerin kanunları yorumlarken özgürlükleri genişletici yönde davranmamasını ben de eleştiriyorum ama sonuç olarak ortada bir hukuki düzen var.
Bu düzenin yarattığı mahkûmiyetleri ortadan kaldıracak olan da hükümetin içinden çıktığı yasama organı.
AKP iktidarı, canının istediği her türlü kanunu çıkarabilecek çoğunluğa sahip ama kanunlardaki ifade özgürlüğü aleyhine hükümleri temizlemek yerine, para ödemeyi tercih ediyor!
Demokratikleşmeyi “göstermelik bir tutum” olarak benimsemiş bir iktidara çok uyan bir davranış!