HÜRRİYET

“İnsanlık suçu” mu dediniz?

Almanya’da yayın yapan ZDF kanalındaki bir programda “mizah” olduğu ileri sürülen ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında ağır ifadeler kullanılan programı seyrettim.
Şunu söylemeliyim ki siyasi mizahın bu kadar düşük seviyelisine daha önce hiç tanık olmamıştım.
Tebessüm etmek ya da gülmek bir yana bende tiksinti uyandırdı. Bir izleyici olarak zekama hakaret edildiğini düşündüm.
Almanya’da da izleyicilerin büyük çoğunluğunun benim gibi düşündüğüne eminim.
Ve bu aptal program, Türkiye’de, hak ettiğinden çok daha fazla tepki gördü.
Havuz televizyonunda yayınlanan ve güya Almanya’da basın özgürlüğünü sorgulayan programın sefaletinden söz etmiyorum.
ZDF’de yayınlanan program nasıl izleyicinin zekasına hakaret ise havuz kanalında yayınlanan program da aynen öyle.
Türkiye, söz konusu programı yapan Alman “komedyen” Jan Bohmermann için Alman Dışişleri’ne resmen baş vurdu.
Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın, Alman makamlarının izleyeceği yolu yakından takip edeceklerini açıkladı.
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş hızını alamadı ve “bu kişi ağır bir insanlık suçu işlemiştir” demeye kadar işi vardırdı.
“İnsanlık suçu” kavramının neyi ifade ettiği tartışmasına burada girmeye niyetim yok.
Ama “insanlık suçu” işlediği için Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yakalama kararı çıkardığı Sudan Başkanı El Beşir’in en yakın dostu bir iktidarın, bir aptal mizah programı için “insanlık suçu” tanımlaması yapmasındaki çelişkiye dikkatinizi çekmek istedim sadece.
Numan Bey’e de diyeceğim şudur ki söylediği sözlerin ciddiye alınmasını istiyorsa, seçeceği kavramlara daha çok özen göstermeli.
——————————-
 
Çürük yumurta kokan İstanbul
 
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kanal İstanbul projesinin yapılması konusunda ısrarlı.
Bunun için müteahhitler ile görüştüğünü de daha önce açıklamıştı.
Neden o görüşüyor, niye bu iş İhale Kanunu çerçevesinde kamuya açık bir şekilde yürütülmüyor, bunu bilmiyorum.
Tahminlerimi de yazacak değilim.
Cumhurbaşkanı, en son olarak da Kanal İstanbul’un çevresinde inşa edilecek yeni şehir ile ilgili olarak düşüncelerini açıkladı.
“Artık yatay mimariye geçmemiz gerekiyor” dedi.
Böyle olursa Kanal İstanbul’a ayrı bir hava, ayrı bir güzellik gelecekmiş, öyle söylüyor.
Görebildiğimiz, öğrenebildiğimiz kadarıyla Kanal İstanbul projesi ile ilgili çalışmalar bundan ibaret!
Ne kadar rant elde edilecek, kaç bina yapılacak, havuzlar nasıl dolacak gibi!
Bu projenin olası çevre etkileri konusunda, hükümetin elle tutulur bir çalışma ortaya koyduğunu, itirazları bilimsel olarak yanıtladığını duymadık.
Hatırlarsınız, Prof. Dr. Cemal Saydam, Marmara Denizi’ne böyle ciddi bir müdahalenin ağır çevre sorunları yaratacağı ile ilgili bilimsel yayınlar yaptı.
Marmara Denizi’nin olağanüstü dengesinin bozulabileceğine, İstanbul’u bir kükürt kokusunun sarabileceğine, Karadeniz’in daha hızlı tuzlanacağına dikkat çekti.
Bugüne kadar bu tezin aksini iddia eden bir bilimsel yayın ortaya konuşmuş değil.
İstanbul Boğazı’nın Avrupa yakasının ana kara ile ilişkisinin bir kanal ile kesilmesinin yaratacağı doğal su kaynakları sorunu ile ilgili çalışmaları da duymadık.
Cumhurbaşkanı madem bu kadar ısrarlı, neden böyle önemli bir proje için dünyanın önde gelen jeologlarını, çevre bilimcilerini, deniz bilimcilerini, biyologlarını bir araya getirerek bir çalışma yaptırmayı düşünmüyor?
Boğazlar ile ilgili uluslararası bir anlaşma ortada dururken, gemilerin kanalı kullanmaya mecbur olup olmadıklarını tartışan hukukçular yok.
Kanal’ın yaratacağı alternatif maliyeti hesaplayan ekonomistler de ortada yok.
Bunun yerine binaların alçak olmasının yaratacağı güzelliklerden söz ediliyor sadece.
Kanal yapılır da Prof. Dr. Saydam’ın ön görüsü gerçekleşirse, İstanbul’u bir çürük yumurta (kükürt) kokusu saracak.
Gelecek nesiller o kokuyu içlerine çektiklerinde bu iktidar dönemini rahmetle ve hayırla anmayacaklardır.
——————————
 
Eyyy Suudi Kralı!
 
Suudi Arabistan Kralı, Türkiye’ye geldi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Saray’daki resmi karşılamadan önce havaalanına kadar gidip, kendisini uçağın kapısında karşıladı.
Olabilir. Önem verilen bir misafir için böyle yapılmasında bir sakınca yok.
Acaba bu samimiyete dayanarak, Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri haline gelen mülteciler meselesi konusu da açıldı mı?
Avrupa’dan gelecek 3 milyar Euro için mülteci iade anlaşması bile imzalayan Türkiye, bu sorunun yaratılmasındaki baş aktörlerden biri olan Suudi Arabistan’dan sorumluluk üstlenmesini istedi mi?
Biliyorsunuz Suudi Arabistan, Mısır’da Sisi darbe yapınca kesenin ağzını açmış, ilk elde 5 milyar doları bastırmıştı.
Daha sonra da BAE ile ortak bir fon kurmuş, bir 20 milyar dolarlık yardım daha çıkarmıştı.
Suudi Arabistan, Suriyeli mültecileri kabul etmiyor.
Oysa, kültürel olarak mültecilerin bir bölümü orada daha rahat bir hayat kurabilir.
Hadi bunu yapmadı, Türkiye’ye gelmiş 3 milyon din kardeşinin daha iyi bir hayat kurabilmesi için neden kesenin ağzını açmıyor?
Merak ediyorum: Mültecileri kabul etmedikleri ve yardım etmedikleri için her fırsatta Hristiyan Batı’yı suçlayan Erdoğan, ağzını açıp “Eyy Suudi Kralı, din kardeşimiz mültecilere bir el at artık” dedi mi, diyebildi mi?
———————————–