İdris Naim ‘Talk Show’ sürüyor
İÇİŞLERİ Bakanı İdris Naim Şahin’in “değeri çok geç anlaşılmış bir siyasetçi” olduğunu yazmıştım.
Değeri diye sözünü ettiğim şey bir politikacı olarak ülkemiz siyasetine yaptığı katkıdan çok, karikatüristler ve köşe yazarları açısından engin bir malzeme olmasından kaynaklanıyor.
Mesela 13 askerin şehit edildiği olaydan sonra şöyle söylemişti: “Vurmak için yola çıkmışlara ‘Dur’ demek yerine başka bir şey geliştirmek gerekiyor.”
Şunu da unutmayalım diye tekrar hatırlatayım:
“Yangın, ya ateşle çıkar, ya bombayla çıkar, ya roketle çıkar, ya benzinle çıkar. Netice itibariyle yanmıştır, yakılmıştır.”
Bakan Şahin, Erciş’teki çadırkenti gezerken de “talk show”a kaldığı yerden devam etmiş.
Yemekte tatlı çıktığını görünce, yanında bulunan Diyanet İşleri Başkanı’na şöyle söylüyor:
“Sayın Başkanım. Biz de buraya bir çadır kuralım, mekân tutalım gibi geliyor.”
Turuna devam ederken içinde 10 kişinin kaldığı bir çadırı görünce, çadırın önünde bekleşenlere de şöyle söylemiş: “Koskocaman bir sarayda yaşıyorsunuz, bir gel dediğiniz yok!”
Bakan belli ki esprili bir kişilik ama bunu ne zaman, ne şekilde kullanacağına ilişkin bir yetenek geliştirebilmiş değil.
Çevrede bulunanların bu esprileri nasıl karşıladıklarına ilişkin olarak haberlerde bir ayrıntıya rastlanmıyor. Ama Diyanet İşleri Başkanı’nın içinden sıkı bir “lâ havle” çektiğine eminim!
Bir garip tören, daha da garip protokol
CUMHURİYET Bayramı’nda, devlet büyüklerimizin bayramlaşması için düzenlenen törenlerde yaşananların garipliği üzerinde pek durulmadı.
Bu tür şeylere alıştığımız için mi, yoksa büyük sıfatlara sahip kişilerin çocuk gibi davranmalarını onayladığımız için mi, bilemiyorum.
Birbirlerine selam vermiyorlar, ayaküstü iki söz edemiyorlar, sıkışmak için uzatılan el havada kalıyor vs. Bizim toplumsal geleneklerimizde bir çocuk bunu yapsa, büyükleri uyarır normal olarak. Ama devlet büyükleri yapınca hiç yadırgamıyoruz artık.
Bir başka komiklik de ayakta bekledikleri salonda, nerede duracaklarını gösteren dev plaketlerin varlığı.
Üzerinde “Başbakan”, Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı”, “Genelkurmay Başkanı” gibi sıfatlar yazılı plaketler bunlar. Gelip o plaketin arkasında dikiliyorlar.
Sanki önlerinde o plaket bulunmasa, salona bayramlaşmaya gelenler kimin kim olduğunu bilmeyeceklermiş gibi.
“Plaketler kimin nerede duracağını gösteriyor” diye konulduysa daha da komik! Yurtdışında böyle bir-iki törende gazeteci olarak bulunmuştum. Yere küçücük bir işaret koyuyorlar, bir protokol görevlisi herkesi durması gereken yere kadar götürüyor ve sonra da yerdeki kâğıdı alıp götürüyor. Kâğıt yere yapışıksa da giden kişi onun üzerinde duruyor.
Kimse önünde duran kocaman bir plaketin arkasında dikilmiyor.
Protokol görevlilerinin dünyada bu işlerin nasıl yapıldığını bilmemelerine olanak yok. Ama belli ki düzen bir kere böyle kurulmuş, kimsenin aklına bunu değiştirmek de gelmiyor.
301. madde İtalya’da olsaydı
AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi, tarihçi Taner Akçam’ın, Agos gazetesinde yazdığı bir yazı nedeniyle “Türklüğe hakaret” suçundan mahkûm edilmesi ile ilgili mahkeme kararının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ihlali olduğuna karar verdi. Mahkeme, Ceza Kanunumuzdaki 301. maddenin demokrasi ile bağdaşmadığı kanaatinde.
Geçen gün Umberto Eco’nun, “Prag Mezarlığı” isimli son romanını okurken (Doğan Kitap, Çeviren: Eren Yücesan Cenday) ben de bizim TCK 301. maddeyi hatırlamıştım.
Romanın hemen başında, romanın kahramanının değişik milletler ve inançlar ile ilgili “düşünceleri” var. “Irkçılık” demek bile hafif kaçacak bunlar için belki ama medeni dünyadaki kimsenin bir sanatçının romanındaki bu ifadeler nedeniyle yazarı suçlamaya, mahkûm etmeye kalkmadığını da biliyoruz.
Kendisi de bir İtalyan olan Eco, roman kahramanının ağzından bakın İtalyanları nasıl anlatmış:
“Ben Fransız olmayı seçtiysem, bunu İtalyan olmaya katlanamadığımdan yaptım. Bir Piemonteli olarak horoz karikatüründen başka bir şey olmadığıma inanıyordum ama görüşlerim bir horozunkinden daha dardı.”
“Napolililer ve Sicilyalılar ondan (İtalyan kahramanı Garibaldi’den söz ediyor) hoşlanırlardı, çünkü kendileri de fahişe bir annenin hatası yüzünden değil, güvenilmez Levantenlerin, terli Arapların, sapık Ostrogotların tarih içindeki buluşmasından oluşmuş yarı beyaz yarı siyah bir halktı; üstelik kırma atalarının her birinin en berbat özelliklerini, bedevilerin uyuşukluğunu, kuzeylilerin vahşiliğini, Yunanlıların yararsızlığını ve kılı kırk yararcasına yaptıkları çenebazlıklarını almışlardı.”
“İtalyanlar güvenilmez, yalancı, kalleş, haindir; kılıçtansa hançerle kendilerini daha rahat hisseder.”
Eco’nun öbür etnik aidiyetler, papazlar, Cizvitler ve masonlar için neler söylediğini buraya aktarmayacağım, meraklılar okuyacaktır nasıl olsa.
Ama bunları yazdığı için ne Fransa’da, ne İtalya’da, ne İsrail’de, ne de Almanya’da hakkında bir dava açıldığını duymadık.
Çünkü onlar biliyorlar ki yazı özgür olmazsa, öteki özgürlüklerin hiçbiri korunamaz.