HÜRRİYET

İstanbul Emniyeti’ne kan değişikliği gerek

İSTANBUL’da son üç ay içinde 11 belediye otobüsü, teröristler tarafından yakıldı.

PKK’lı oldukları ileri sürülen teröristler yüzünden belediye otobüslerinin hava karardıktan sonra bazı semtlere gitmelerinin yasaklandığı bildiriliyor.

Altı mahallede belediye otobüsleri, hava karardıktan sonra yolcularını mahalle girişinde indirip geri dönüyorlarmış.

Kandil Dağı’ndaki teröristler için neredeyse ABD ile savaşa girmek zorunda kalacak bir ülkenin en büyük kentindeki bu tablo, İstanbul’un asayiş sorununun sadece bir boyutu.

Eli tabancalı, bıçaklı canilerin elinde yarın kimin kurban olarak gazetelere yansıyacağı sadece “kader” ile açıklanabiliyor.

Yakın çevresinde kapkaç ve soygun olaylarına kurban gitmeyen kaç kişi kaldı acaba?

Ve bu kentin polisleri, kapkaç kurbanı milletvekillerine bile “artistlik yapma” diye bağırabiliyorlar.

İstanbul’un Emniyet Müdürü, geçmişinde başarılı ve dürüst bir polis olabilir.

İyi niyetle de görevini yapmaya çabalıyor olabilir.

Ama bugünkü tablo da gösteriyor ki İstanbul Emniyeti’ne yeni bir kan, yeni bir heyecan gerekiyor.

Elbette herkesin başına bir polis dikmeye olanak yok ama İstanbul’da emniyet güçlerine yeni bir heyecan verecek, eldeki sınırlı olanakları daha iyi kullanabilecek bir değişikliğin yapılması artık bir zorunluluk.

Ölen, öldüğüyle kaldı

İÇİNDE iki ailenin bulunduğu bir aracın Haymana-Ankara yolunda açılan 6 metrelik çukura düşmesi sonucu yedi kişinin öldüğünü hatırlayacaksınız.

27 Ağustos’ta meydana gelen kazayla ilgili adli takip sonuçlandı ve yolun ortasına yeterli güvenlik önlemleri almadan bir çukur kazan ve burada güvenlik önlemlerinin alınmasını denetlemeyenler hakkında takipsizlik kararı verildi.

Böylece yedi kişinin ölümüyle sonuçlanan kaza ile ilgili dosya da kapanmış oldu.

Olay meydana geldiğinde şöyle yazmıştım:

“Bunun tekrarlanmasını önlemek, yollarda inşaat yapanları kendilerine getirmek ülkemizin savcıları ile hákimlerine düşüyor.

Bu kazaya neden olan çukuru açıp hiçbir güvenlik önlemi almadan öylece bırakanlar “görevi ihmal ederek ölümlü kazaya yol açmaktan” değil, “adam öldürmeye tam teşebbüs” suçundan yargılanmalılar.

Bu davaya bakacak mahkeme öyle bir karar vermeli ki, bundan sonra yol inşaatlarını yapanlar, yeterli güvenlik önlemi alıp almadıklarını kırk kere düşünmek zorunda kalsınlar.”

Gördüğünüz gibi olay mahkemeye intikal bile etmeden kapandı gitti.

Şimdi umudumuz, açık bırakılan kanalizasyon kapaklarına düşerek ölen çocuklarla ilgili soruşturmalara kaldı.

Bakalım o soruşturmaların sonundaki yargılamalardan, herkes için ders olacak bir karar çıkabilecek mi?

Her şeyi devletten bekleme alışkanlığı

BEŞİKTAŞ-Ankaragücü maçını televizyondan izlerken dikkatimi çeken tek şey, sahanın inanılmaz derecede kötü olmasıydı.

Oysa Ankara’da bu sene sahanın zeminini bozacak kadar şiddetli bir kış da olmadı.

Türkiye’nin başkentinde üç tane Süper Lig Kulübü var: Gençlerbirliği, Ankaragücü ve Ankaraspor.

Sonuncusunun “onursal başkanı”, aynı zamanda Büyükşehir Belediye Başkanı!

İlk ikisinin başkanları ise ülkede dört büyük takımın başkanları kadar ünlüler.

Basına yansıyan haberlere bakılırsa bu üç kulübün de önemli bir maddi sıkıntısı yok.

Hatta bir tanesinin kasasından paralar taşıyor!

19 Mayıs Stadyumu bu üç kulübe de ait değil ama stadı sadece onlar kullanıyor.

Sahadaki görüntüye ve üçü de yeterli olanaklara sahip kulüplere bakınca şunu düşünüyorum: Ankara’da zeminin bozukluğu nedeniyle oynanan kötü futbolun ve sakatlanan oyuncuların sorumlusu “her şeyi devletten bekleme alışkanlığından” başka bir şey değil.

Bu üç kulüp, aralarında birleşip bu işi yapamayacak durumdalar mı?

Yoksa kişisel çekememezlikler, ortak çıkarların etrafında birleşmeye bu kadar engel mi?