BU haberi Ayşe Özyılmazel’in köşesinde okudum. İsimleri geçiyorum, işimiz dedikodu değil, bir sanatçımızın artık ergenlik çağına gelmiş oğlu geçenlerde şöyle bir tweet sallamış sosyal âleme: “Nerede bozuğu var bizi bulur, ben boşum duyurulur”.
Buradan anlıyoruz ki delikanlı sevgilisinden ayrılmış, hem herkese boşta olduğunu haber veriyor hem de ayrıldığı kızla ilgili olumsuz düşüncelerini yayıyor.
Tabii şunu da bu arada hiç düşünmüyor: Seni bulanlar hep “bozuklarsa”, kim seni bulup, “bozuk” sınıfına girmeyi ister?
Ayşe, oğlanın ağzının payını güzelce vermiş, eline sağlık.
Bu genç erkeğin yaptığı şey, aslında yaşını başını almış kadınların ve erkeklerin de kolaylıkla yapabildikleri bir şey.
İnsanlar ayrıldıkları sevgilileri için, eski eşleri için kolayca böyle davranışlar içine girebiliyorlar.
Eski dostumuz Gasset şöyle yazmıştı: “Sevgililerini seçimleriyle erkekler de kadınlar da temel yaradılışlarını ortaya koyarlar. Yeğlediğimiz insan tipi, kendi yüreğimizin çizgilerini taşıyan kişidir”. (Jose Ortega y Gasset, Sevgi Üstüne, Çeviren: Yurdanur Salman, Yapı Kredi Yayınları.)
Elbette bizim “bozuk kızlarla” başının dertte olduğunu düşünen oğlanın anlayacağı dile çevirecek olursam şöyle demeliyim:
“Bozuklar seni bulmuyor, sen bozuksun!”
Biraz daha açalım:
Ya ayrıldığın sevgilin düşünmemizi istediğin kadar kötü biri değil ya da sen olduğunu zannettiğin kadar seçkin ve akıllı bir kişi değilsin.
Normal olarak birisiyle “sevgili” ilişkisi içindeysek, o kişide gerçekte onda bulunmayan bazı özellikler vehmederiz, bunu biliyoruz.
Aşkın gözünün kör olduğunu kim bilmiyor ki zaten?
Muhtemelen “bozuk” olduğu sosyal âleme ilan edilen kızcağız da bu oğlanda böyle parlak özellikler vehmediyordu.
Tabii tersi de doğru, oğlan da kızda olmayan bazı şeyleri görüyordu, sonra bir gün ikisinin de gözündeki perde kalktı, gerçekle karşılaştılar.
Bu perdenin nasıl kalkabildiğine sonra döneriz, o kadar geniş yerim yok çünkü.
Bu kadar basit gibi görünüyor, ama son derece karmaşık bir sorunun temeli de burada yatıyor.
Mesele bitmek bilmeyen “doğru kadını” ya da “doğru erkeği” arama çabasıyla ilgili.
Aslına bakarsanız, dünyanın en boş çabası da “doğru insanı arama çabası”dır.
Boşuna bir çabadır, çünkü bir insan için kendisinden daha doğru bir başka insan zaten yoktur.
Egolarımız şişiktir, insan en çok kendisini beğenir.
Kendisini beğenmeyen de kompleksler içinde kıvranır, insan içine çıkmaktan bile korkar hale gelebilir.
Kendimiz kadar doğru bulduğumuz bir başka insanı bulmamız zordur ama bazı özellikleriyle barışık olacağımız insanlarla karşılaşma olasılığımız hiç de az değildir.
Şu kadar milyar insan içinde, ruhsal ve fiziksel olarak size uygun birisiyle karşılaşma olasılığınızı hesaplamaya çalışmayın elbette. Bunun doğru sonuç verecek bir formülü yok. Ama şunu yapabilirsiniz: İstatistiksel olarak size uygun olacağını düşünebileceğiniz insanlarla karşılaşma olasılığınızın yüksek olduğunu bir kere içinize iyice sindirin. O zaman zaten karşınıza çıkan insanların “bozuk” olmadığını da göreceksiniz.
Başkalarıyla ilişkimiz, kendimizle olan ilişkimizin bir yansımasıdır çünkü.
Kendimizle barışık isek, herkesle barışık oluruz. Halimizden, tavrımızdan memnun değilsek, başkalarından da memnun olmayız.
Cezalandırılmayı hak ettiğini düşünen insanlar, kendilerini cezalandıracak kişileri bulurlar.
Sevilmeyi hak ettiğimize inanmıyorsak, bizi sevmeyen insanları çekeriz.
Yani rahmetli anneannemin dediği gibi “Herkes layığını bulur, daha fazlasını değil”.
Tabii yazının başında sözünü ettiğim genç erkeğin bütün bu süreçte yaptığı doğru bir şey de var: Aramaktan vazgeçmemiş olması!
Bir yandan “Bütün bozuklar beni bulur” diye ağlaşıyor, öte yandan serpme bir ağ da atıyor: “Ben boşum duyurulur”.
Beyazıd–ı Bestami şöyle demiş: “Aramakla bulunmaz ama bulanlar da sadece arayanlardır”.
Rimbaud örneğini daha önce de vermiştim, hatırlarsınız belki.
Rimbaud, çok küçük yaşta yazdığı şiirleri bir yayıncıya veriyor ve kitap olarak yayımlanmasını istiyor. Yayıncı şiirleri okuduktan sonra Rimbaud’ya şöyle söylüyor: “Bu okuduklarımın içinde tek bir satır bile şiir göremedim”.
Rimbaud’nun yanıtı, öfkesini de yansıtıyor: “İçinizde olmayan şiiri, hiçbir yerde bulamazsınız mösyö”.
Ben de bununla ilgili olarak Milliyet’te yazdığım dönemde şöyle bir not düşmüşüm:
“Eğer sevdiğinizi düşündüğünüz kadın ya da erkeğin içinde olmayan bir ‘şiiri’ arıyorsanız, çabanız boşuna demektir, ne kadar ararsanız arayın bulamazsınız. Öte yandan bir ‘şiir’ buluyorsanız da bu aslında sizin kendi içinizdeki şiirden başka bir şey de değildir”.
Doğru erkeği ya da kadını bir türlü bulamadığından yakınanlar bu nedenle bir kez durup kendilerine şu soruyu sormalılar:
“Acaba ben doğru kişi miyim?”