DTP bu işe ne diyecek?
PKK’lı üç teröristin, Taksim’de bir büfenin önüne bir çanta içinde bıraktıkları bombanın patlamadan ele geçirilmiş olması, bize bu konularda istihbaratın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi.
Emniyet görevlilerini bu titiz takipleri nedeniyle kutlamak gerek.
Söz konusu bomba, polis kayıtlarına göre 3 kiloluk A-4 plastik patlayıcıdan oluşuyor.
Son bir ayda gazetelere yansıyan haberlere göre ele geçen A-4 patlayıcı miktarı 30 kiloya yakın.
Bombanın Taksim’de patlatılmaya hazırlandığı saatlerde o bölgede binlerce insan olur.
Çocuklar, gençler, kadınlar, erkekler…
Güzel bir havada Taksim’de dolaşmaktan başka hiçbir suçu olmayan binlerce insan!
Ele geçirilen patlayıcı miktarının büyüklüğüne bakarsanız, nasıl bir kitlesel kıyım peşinde oldukları da açıkça görülüyor.
Merak ediyorum, dillerinden “barış” sözcüğünü düşürmeyenlerin tepkisi nasıl olacak?
Bu alçakça eylem planı açıkça kınanacak mı?
Yoksa “nasıl olsa ölen olmadı” diye geçiştirilecek mi?
Gerçekten çok merak ediyorum, DTP bu işe ne diyor?
Yanlış hesaplar yapılıyor
MUHALEFET partilerinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı Cumhurbaşkanlığı’na doğru itme politikasının yeterince düşünülmemiş bir strateji olduğunu düşünüyorum.
Başta Deniz Baykal olmak üzere muhalefetin düşüncesi şu: Recep Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanı olursa, bu AKP’nin zayıflamasına yol açar.
Yeni lider (büyük olasılıkla Abdullah Gül), Erdoğan kadar karizmatik olmadığı için AKP’nin oyları düşer, partideki liderlik kavgası çözülmelere yol açar, vs.
Bu açıkça söylenmiyor ama Ankara’da muhalefet çevrelerinde bu hesapların yapıldığı da bir sır değil.
Burada ihmal edilen gerçek şu: Eğer Erdoğan cumhurbaşkanı olursa, AKP seçimlere yeni bir lider ve yeni bir yüz ile gidecek.
Eski liderin söz verip de yapamadığı işler unutulacak. Yeni lider, geçmiş beş yıllık iktidarın sorumluluğunu taşımadığı için “iktidar yıpranmasından” son derece az etkilenecek.
Bir önceki seçimde seçmenin karşısına çıkan iki yeni yüz vardı: Recep Tayyip Erdoğan ve Cem Uzan. İkisinin de nasıl bir oy patlaması sağladığını hatırlayalım.
Bu seçimde de iki yeni yüz olacak: Abdullah Gül ve Zeki Sezer.
Halk arasında bir deyiş var, biraz kibarlaştırarak yazacağım, yoksa yanlış bildiğimden değil: “Sinek bile taze yeme konar” derler.
Hiçbir muhalefet liderinin ciddi bir rüzgár yaratamadığı bir dönemde seçmenin “bir de Gül’ü deneyelim” düşüncesine kapılmamasının garantisi nedir?
Vatandaş, vergi denetçisi değildir!
VERGİ iadesi sisteminin kaldırılmasından sonra, alışverişlerde “fiş istenmesini” sağlamak için alışveriş merkezlerinin önünde denetimler yapılacağı belirtiliyor.
Alışverişi sırasında fiş ya da fatura istemeyenler 27 lira 60 kuruş ceza ödeyecekler.
Fiş toplama zorunluluğunun olduğu başka bir medeni ülke var mı, bilmiyorum. Maliye bu uygulamanın hangi ülkelerde yapıldığını açıklarsa hep birlikte öğreniriz.
Buradaki en önemli konu, devletin, vatandaşları bir tür vergi denetçisi gibi kullanma isteği.
Kendi yapamadığı işi bizim yapmamızı bekliyor, ama bunun karşılığında hiçbir şey ödemek de istemiyor.
Fiş karşılığında ödenen vergi iadelerinin kaldırılması bunun bir göstergesi.
Bunun adına kısaca “angarya” denir ki Anayasa’ya da aykırı bir durum.
Alışveriş sırasında bizlerden topladıkları vergiyi götürüp, Maliye’ye ödemek zorunda olanlar işyeri sahipleri.
Onların yapmaya gönülsüz oldukları bir işi vatandaşın yapmasını beklemek ne kadar doğru?
Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, geçenlerde yazdığı bir yazıda fiş toplama uygulamasının kaldırılmasından kaynaklanan zararın büyüklüğüne dikkat çekiyordu.
Oysa şöyle demesini beklerdim: “Ey üyelerim, müşterilerinizden aldığınız paranın içinde devlete ödemeniz gereken bir bölüm de var. Bunu devlete vermezseniz, hırsızlık yapmış olursunuz.”
Maliye de vatandaşa ceza kesmek için adamlarını seferber edeceğine faturasız mal alıp satanların peşine düşmeliydi.
Bunun büyük bir hırsızlık olduğunu anlatan bir tanıtım kampanyası düzenlemeli ve yapamadığı işin sorumluluğunu vatandaşa yüklememeliydi.