Kadın sorunu, dini bağnazlıkla çözülmez
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan, “kadının toplumdaki rolünün yeniden şekillendirilmesi” konulu bir toplantıda konuşma yaptı. Şam’daki bu toplantıya çok sayıda Türk ve Suriyeli uzman katılıyormuş.
Gazetede Emine Hanım ile Esma Esad’ın toplantıdan el ele ayrılışlarını gösteren bir fotoğrafları da vardı.
Toplantıya Türkiye’den katılanların kılık-kıyafetlerine göz atınca insan ister istemez “kadının toplumdaki yerinin yeniden şekillendirilmesi girişiminin ne yönde olacağını” merak ediyor.
Bu değişim, kadınların toplumsal yaşamda yer alabilmelerini belirli örtünme kurallarına mı bağlayacak?
Emine Hanım, yaptığı konuşmada “kadınların eğitim hakkı, istihdam, üretim ve toplumsal hayata katılmada haksız rekabete maruz kaldıklarını” söylüyor.
Ancak bütün bunların temel nedeni olan dini bağnazlık ile nasıl mücadele etmemiz gerektiği konusuna değinmiyor.
Emine Hanım, “aile içi şiddetin” ciddi bir sorun olarak devam ettiğine de değiniyor ki kendisine hak vermemek mümkün değil.
Ama küçük yaşta evlendirilerek eğitimlerini yarıda kesmek zorunda kalan kızlara yapılanın da bir tür aile içi şiddet olduğunu söylersem, bana kızacaktır sanırım.
Kendi gelini ve arkadaşlarından mesela Hayrünnisa Hanım’ın durumları, tam da buna karşılık geliyor.
Emine Hanım’ın kişisel iyi niyetinden kuşkum yok elbette.
Ancak temsil ettiği siyasi ve ideolojik duruş, ne yazık ki kadınların toplum içinde ikinci sınıf varlıklar olarak görülmesinin en önemli müsebbibidir.
Bu konuda bir samimiyet gösterisi gerekiyorsa, iş önce sıkı bir özeleştiri ile başlamalı!
Analar ne aslanlar doğuruyor
“BİZİM Çalık’ın” Sabah Gazetesi, “bizim damadın” yönetiminde maşallah her geçen gün yeni bir zafere imza atıyor!
Dünkü Sabah’ın manşet haberi şöyleydi: “IMF’nin ümük sıkma planı-Erdoğan’ın ’krizi fırsat bilip ümüğünü sıkalım derse olmaz’ diye tepki gösterdiği IMF şartları.”
Haberi yazanın değil, yazı işlerinin haberi sunuş tarzıyla ilgili bir durum bu.
Çünkü haber “IMF programı denen şeyin ne olduğunu” anlatan bir toparlama.
Ama bunu “Erdoğan’ın karşı çıktığı plan” diye sunmak için insanın biraz hafızasını kaybetmiş olması gerekiyor.
Çünkü bu program, AKP iş başına geldiğinden beri uygulandı ve Erdoğan’ın bugün çok iftihar ettiği “bizim bankalar sağlam” tezini biraz da bu programa borçluyuz.
Esasen Erdoğan ile IMF arasında ne ideolojik bir fark var ne de Erdoğan’ın kendi inanç sistemi içinde uygulayabileceği başka bir model.
Erdoğan şimdi böyle konuşuyorsa üç sebebi olabilir:
1- Mecbur kalıp IMF ile anlaşırsa “onlara meydan okudum, paşa paşa istediğime geldiler” diye propaganda yapıp cahil milleti tekrar kandırmayı amaçlamıştır. Bir tür “Analar ne aslanlar doğuruyor” cilalaması!
2- Seçimler öncesi kömür ve gıda yardımı gibi oy rüşvetlerinin kesilmesini ve yandaş müteahhitlere akıtılan paralar ile siyasetin finanse edilmesinin engellenmesini istemiyordur.
Üçüncü şıkkın ne olduğu ise belli: Hepsi!
Gizlilik kararı, neyi gizlemek istiyor?
KARAKOLDA ve cezaevinde gördüğü işkence nedeniyle ölen Engin Çeber ile ilgili soruşturmada “gizlilik kararı” alındı.
Olay ile ilgili olarak TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun tespitleri kamuoyunda biliniyor.
Olaya karışan polisler ile gardiyanların verdikleri ifadeler, polis müfettişlerinin verdikleri raporlar da biliniyor.
Görgü tanıklarının ifadelerini de gazetelerde okuduk.
Adalet Bakanı, olay nedeniyle kamuoyunun önünde özür diledi.
Yani aslına bakarsanız soruşturmanın bilinmeyen bir yönü yok.
Böyle bir tabloya bakınca da “Gizlenmek istenen nedir?” diye sormak hakkımızdır.
Eğer bu gizlilik kararı, suç işleyen kamu görevlilerinin marifetlerini kamuoyunun gözünden kaçırmak amacına yönelikse artık işe yaramaz.
Suç işleyen kamu görevlileri nedeniyle devletin bazı kurumlarının itibar yitirmesinin önlenmesi amaçlanıyorsa bu da işe yaramaz.
O halde gizlilik kararı neden alındı?
Suçluların kamu otoritesi tarafından korunduğu izlenimini yaratacak her hareket, bu tür suçların tekrarlanmasını önlemeye yönelik çabaları baltalar.
İşkence ve kötü muamelenin hayatımızdan ebediyete kadar çıkarılmasını sağlayacak en temel kurumumuz yargı organlarımızdır.
Suçlulara müsamaha anlamına gelecek, suçluların cezalarını görmelerini geciktirecek, bugüne kadar olduğu gibi “zamanaşımına” terk edecek her tür tutuma, önce yargımız karşı çıkmalı.
İşkenceden ölüm konusunda yazılıp çizilenler nedeniyle, polisin sokakta güvenliği yeterince sağlamakta zorlandığını söyleyen İstanbul Emniyet Müdürü’ne ise şunu söylemek istiyorum:
Bütün medeni ülkelerin polislerinin sahip olduklarından daha fazla yetkiyle o işi başaramıyorsanız, orada oturmayın.
Güvenliği sağlamak için işkenceden başka yol bilen birileri o teşkilatta mutlaka vardır! Yoksa “umarım vardır” mı demeliydim?