Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Kadınların olmadığı bir dünyada yaşamak mı? Allah korusun!

Kadınların olmadığı bir dünyada yaşamak mı? Allah korusun!
Bir erkeğin yaşamında, sevdiği özel bir kadın olmadığı zaman bunun eksik bir yaşam olacağını düşünürüm. Tanrı, bir kadına sevgiyle bağlanmadan yaşamak zorunda kalacağımız bir hayattan hepimizi korusun!

TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın Meclis’te düzenlenen Çanakkale Şehitlerini Anma Günü’ndeki ‘icraatı’ tartışılıyor.
İddiaya göre Kahraman, anma törenleri sırasında sahnelenecek bir müsamerede rol alan kadın oyuncuların sahneye çıkmasını engellemiş.
Meclis’ten yapılan açıklama, bu tür bütün açıklamalar gibi hiçbir şeyi açıklamıyor.
Bu ‘açıklamamaya’ göre gösteri, ‘kadın ve erkek sanatçıların sahnenin yan tarafında görev almalarıyla’ gerçekleşmiş!
*  *  *
‘Sahnenin yan tarafında görev alınarak’ gerçekleştirilen bir temsil!
Sahnenin ortasına da acaba sünnetçi fıkrasındaki gibi ‘saat’ mi koydular diye merak ettim.
İsmail Kahraman gerçekten böyle bir şey yaptı mı yoksa bu, bir iddiadan mı ibaret?
Bilmiyorum; dediğim gibi açıklama bir şeyi açıklamadığı için doğru olma olasılığının yüksek olduğunu söyleyebilirim.
Öte yandan Kahraman’ın dünya görüşü malum, böyle bir şey yapmış olma olasılığını yükselten bir durum bu.
Yeni Türkiye’de alışmamız gereken şeyler bunlar. Çok daha vahimleriyle de karşılaşabiliriz, karşılaştığımız da oluyor zaten.
Başı açık kız öğrenci görünce sinirlenen Bartın Milli Eğitim Müdürü örneğindeki gibi!
Eski Türkiye’de kalmış, eski bir dizi
Hazal Kaya’yı tanırsınız. İlk kez ‘Aşk-ı Memnu’nun televizyon için çekilen ikinci versiyonunda tanımıştık. Yetenekli, güzel bir genç kadın.

Geçen yılın eylül ayında, şu sıralarda televizyonda gösterilmekte olan dizisi nedeniyle arkadaşımız Hakan Gence’yle bir söyleşi yapmıştı.
Hürriyet Pazar’daki o söyleşiyi bir kenara ayırmıştım. Bizim meslekte ‘sakla samanı, gelir zamanı’ prensibi ihmal edilmeye gelmez. Nitekim samanın zamanı da bugünmüş.
Kaya, Gence’ye şunu söylemişti: “Aşk-ı Memnu’yu bugün çekmek mümkün değil.”
*   *   *
Hazal Kaya’nın sözünü ettiği dizi, Kanal D’de 4 Eylül 2008’le 24 Haziran 2010 tarihleri arasında yayımlandı.
O kadar da eski bir dizi değil gördüğünüz gibi. Üzerinden daha 10 yıl bile geçmedi. Bir toplumun yaşamında 10 yılın ne kadar önemi olabilir ki?
Tabii şunu da söylemek mümkün: Dizi o kadar eski değil ama Yeni Türkiye’nin yeni şartlarına uyum açısından bakarsak o kadar da ‘yeni’ sayılmaz.
Eski Türkiye’de kalmış, eski bir dizi diyebiliriz. Nedeni çok açık: Oyuncular öpüşebiliyorlardı, karmaşık aşk üçgenleri vardı vs.

Bu tür nedenlerle bu diziyi çekmek mümkün olsa da yayımlamak, yayımlayan açısından ciddi RTÜK cezalarını göze almak anlamına gelir artık.
Hatta yakında sadece parasını ödeyenin abone olabildiği video kanallarında da benzeri sorunlarla karşılaşacağız.
Libido elimizden uçup gittiğinde bile yaşamımızı paylaşacak, konuşup dertleşebileceğimiz, zekâmızla etkilemeye çalışacağımız bir kadının varlığına ihtiyaç duyarız.

Schopenhauer de müfredata konulsa mı?
Kadınların toplumsal hayata karışmasının katı kurallara bağlanmasının temel nedeni, erkekleri günah işlemekten korumak.
Çünkü şeytan, kadın kılığına girip erkeği ayartabiliyor filan.
Erkek kendisine sahip çıkamıyor diye kadını cezalandırmak gibi bir garip tutum.
Öte yandan şu da bir gerçek ki, kadınların olmadığı bir hayat, kendisini erkek olarak tanımlayan biri için çok sıkıcı olmalı.
Alman filozof Schopenhauer’i hatırladım ister istemez.
Göttingen Üniversitesi’nde öğrenci olduğu yıllarda bir kır gezintisi için arkadaşlarıyla birlikte plan yaparken gruptakilerden biri, “Geziye getirecek birkaç kadın bulmalıyız” deyince Schopenhauer geziyi iptal eder ve şöyle der: “Hayat o kadar kısa, tahmin edilemez ve uçucu ki böyle büyük bir çaba göstermeye hiç değmez.”
*   *   *
Geçen hafta bu köşede sözünü ettiğim vakfın mütefekkiri duysa ne kadar mutlu olurdu.
Günahtan kaçınmak için karşı cinsle teması asgari düzeye indirmeyi önermişti, hatırlarsınız.
Ancak Schopenhauer, bu olaydan aşağı yukarı on yıl kadar sonra çıktığı İtalya gezisindeki davetlerde pek çok çekici kadınla tanışmış.
O vakit “Hepsinden çok hoşlandım, ah keşke bir de beni isteselerdi” dediğini biliyoruz. Ama kadınlar tarafından sürekli reddedilince şöyle dediği de tarihe bir not olarak düşmüş bulunuyor: “Bir tek, cinsel güdülerle bulanıklaşmış erkek zekâsı, bu ufak tefek, dar omuzlu, geniş kalçalı ve kısa bacaklı cinsi, cins-i latif diye adlandırabilir.”
Onun felsefesi ‘irade’ üzerine kuruludur. İnsan, tamamen olmasa da iradesini kullanarak acı ve kederden kısmen kurtulabilir.
Onun için kadınlarla ilişkisinde ‘üzülmemek için’ iradesini kullanmasını ve kadınlardan uzak durmaya çalışmasını tutarlı bir davranış olarak görebiliriz.
Acaba Yeni Türkiye’nin yerli ve milli eğitim müfredatına onu da koysalar mı?
Ah, yeniden 70 yaşında olmak vardı!
Bir erkeğin yaşamında, sevdiği özel bir kadın olmadığı zaman bunun eksik bir yaşam olacağını düşünürüm.
Öte yandan, kadın-erkek ilişkilerinde cinselliğin önemli olmadığını söyleyecek kadar saf birisi de değilim.
İnsan türünün erkeği, kadından farklı olarak, sırf cinsel arzuları için bile bir kadının arkadaşlığına ihtiyaç duyabilir.
Kadınların önemli bölümü için cinsellik, sevginin bir parçasıyken, erkeklerin önemli bölümü için cinsellik kendi başına da yaşamın bir anlamı olarak görülebilir. Ama gün gelip libido elimizden uçup gittiğinde bile yine de yaşamımızı paylaşacak, konuşup dertleşebileceğimiz, zekâmızla etkilemeye çalışacağımız bir kadının varlığına ihtiyaç duyarız.
*   *   *
Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin en uzun süre görevde kalan yargıçlarından Oliver Wendell Holmes Jr., 85 yaşında yolda yürürken güzel bir genç kızla karşılaşmış.
Gil Friedman’ın ‘Sevgi Sözcükleri’ isimli kitabında aktardığına göre kızı görünce şöyle demiş: “Ah, yeniden 70 yaşında olmak vardı!”
Posta Genel Yayın Yönetmeni Rıfat Ababay’ın babası rahmetli Dr. Meşhut Bey’in de buna benzer bir sözünü hatırlıyorum.
Tanrı, bir kadına sevgiyle bağlanmadan yaşamak zorunda kalacağımız bir hayattan hepimizi korusun!