HÜRRİYET

Kahramanı şair olan bir kent

DÜNYANIN herhangi bir köşesinde, bir başkentin en büyük meydanına giderseniz orada mutlaka bir heykelle karşılaşırsınız.

Hemen hepsi bir asker heykelidir aslında. Kentin ya da ülkenin kuruluşunda, “düşman işgalinden kurtuluşunda” önemli rolü olan bir komutanın heykeli! Çoğu bir atın üzerinde, mağrur bakışlarla etrafı süzer. Bazısının elinde kınından çekilmiş bir kılıç da vardır. Kötü niyetlilere haddini bildirmeye hazırdır.

Viyana’da maç gününü beklerken, yerinde duramayan bir arkadaşımın iteklemesiyle gittiğim Slovakya’nın başkenti Bratislava’ya bir “ilk görüşte aşk” ile bağlanmış olmamın nedeni kentin merkezindeki büyük meydanda gördüğüm dev heykelin farklılığı oldu sanırım.

Siyah granit bir kaide üzerinde, pelerinini omuzlarına atmış, bir taşın üzerinde oturan bir erkek heykeli var. Elinde kalemi ve kitabıyla ünlü Slovak şair Hviezdoslav’ın heykeli bu.

Çekler ile Slovakların, sosyalist rejimin yıkılmasının ardından birbirlerinin boğazını sıkmadan ayrılmayı başarabilmiş olmalarını anlayamamıştım.

O meydandaki o heykeli görünce işin aslı kolayca anlaşılıyor.

Bratislava’ya Türkiye’den uçak var mı bilmiyorum, ama Viyana, otomobil ile 40 dakika, tren ile 1 saat mesafede. Tuna’dan nehir yoluyla da gelmek mümkünmüş. Yolunuz düşerse mutlaka uğramanızı öneririm.

Akşamüstü gibi kentin tarihi merkezindeki sokaklar hareketleniyor. Sosyalist rejim döneminde sivil direnişin kaleleri olan barlar dolmaya başlıyor. Hava karardıktan sonra ise sanırım kimse evinde oturmuyor.

Saymadım elbette ama sanırım 450 bin nüfuslu kentin en az yarısı sokaklardaydı. Gecenin o saatinden sabahın geç saatlerine kadar her yer tıklım tıklımdı. Lokantalar, barlar, gece kulüpleri ve diskoteklerden sokaklara taşan insanlar neşe içindeydiler.

Bu kadar çok güzel kadının ve yakışıklı erkeğin bir arada olduğu başka bir kent hatırlamıyorum.

Ve elbette bu izlenim yanıltıcı olabilir ama uzunca bir süredir de halinden bu kadar memnun görünen insan kalabalıklarına da başka bir ülkede rastlamamıştım.

Bratislava’da geçirdiğim bir gece, herkesin mutlu olabileceği bir yaşamın var olabileceğine ilişkin ütopyanın, günün birinde gerçek olabileceğini düşündürttü bana.

Almanya’nın yeni Yahudileri

ALMANYA’nın Essen kentinde faaliyet gösteren Türkiye Araştırmaları Merkezi’nin yöneticisi Faruk Şen’in görevden alınmak istenildiğine ilişkin haberleri Hürriyet’ten takip etmişsinizdir.

Olayın nedeni Şen’in, Türkiye’deki azınlıklara karşı yürütülen bazı ayrımcı faaliyetlere karşı çıkmak için yazdığı bir makalede, Avrupa’daki Türklerden, “Avrupa’nın yeni Yahudileri” olarak söz etmesi.

Söz konusu merkezin bulunduğu ülke, demokrasisi ile övünüyor.

Düşündüğünü açıklamanın en temel insan hakları arasında sayıldığı bir ülke Almanya!

Şen’in bu fikrini açıklamasının böyle bir tepkiyle karşılanması, unutulmaya çalışılan bir geçmişi yeniden hatırlatması.

Sadece hatırlatmakla kalmayıp, benzeri tutum ve davranışların bugün için de alttan alta yürütülmekte olduğunun yüzlere vurulması.

Bir yazıyı okuyunca dehşet içinde havaya sıçramalarının nedeni bu!

Bugün belki Türkler için toplama kampları kurulmuyor ama her türlü yasal düzenleme esasen bir “etnik temizlik” amacıyla yapılıyor.

Vatandaşlık kanunlarında yapılan değişiklikler, çifte vatandaş olan 320 bin gencin ellerinden alınmak istenen haklar, örtülü bir etnik temizlik hedefliyor.

Yabancı düşmanlığının sadece Almanya’da değil, bütün Avrupa’da ciddi bir siyasal tutum haline gelmiş olması tesadüf değil.

Geniş kitlelerin yaşamlarında sistemden kaynaklanan meselelerin sorumluluğunu “ötekinin” sırtına yıkmak, “kara kafalıları” her türlü melanetin kaynağı olarak görmek artık normal bir siyasal tavır gibi algılanıyor.

Faruk Şen’in, ortaya çıkıp “kral çıplak” demesi, onları bu yüzden kızdırıyor!

Eşeklerle ilgili bir travma mı var?

BAŞBAKAN Recep Tayip Erdoğan’ın, partideki yardımcısı Dengir Bey, Devrim Kanunları’nı ve Lozan’ı bilen bir tek kişi bile çıksa anıracağını söylemişti.

Doğrusunu isterseniz bu “anırma” sözünü yazarken bile yüzümü ekşitiyorum.

Yaşını başını almış bir politikacının bu kelimeyi bu kadar rahatlıkla söyleyebilmesine de hayret ediyordum.

Ama gazeteleri okurken fark ettim ki bu durum onda bir alışkanlık halini almış.

TBMM Kütüphanesi’nde Devrim Kanunları’nı ve Lozan’ı okuyanların sayısının arttığına dikkat çekiyor ve “bir sürü eşek, eşeklikten kurtuldu” diyor.

Kullandığımız kelimeler, kaçınılmaz olarak bizim kültür durumumuzu, hayata bakışımızı, kimse fark etmesin diyerek ruhumuzun derinliklerine itmeye çalıştığımız gerçek kişiliklerimizi ortaya koyuyor.

Ben elbette bir psikolog değilim ama Dengir Bey’in ahır meseleleriyle bu kadar içli dışlı olmasının bir geçmişi olmalı.

Ağzını açıyor anırmaktan söz ediyor, ağzını açıyor eşeklikten dem vuruyor.

Toprağı bol olsun Freud sağ olsaydı, “acaba çocuklukla ilgili travmatik bir durum mu var” diye meraklanır, analizini bu konuya yoğunlaştırırdı.

Köylük yerde sırtından düşülen bir eşek, ya da dikkatsizlik nedeniyle yenilen bir eşek çiftesi mi var acaba?

Dengir Bey’e önerim bu sorununun üzerine gitmesi. Bu tür meselelerle baş edebilmek için onlarla yüzleşmek şarttır çünkü.

Ben demiyorum, Freud söylüyor bunların hepsini!