Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Şimdi gerçeklere dönme zamanı

TÜRKİYE Futbol Milli Takımı, başarılı bir turnuva geçirdi. Avrupa Kupası’nda yarı final oynadı, oynadığı Çek maçı, turnuvanın en iyi maçı seçildi.

Dün uçakta baktığım Avusturya gazetelerinden biri de Fatih Terim’i, turnuvanın en iyi 2. teknik direktörü seçmişti. Hamit Altıntop ve Semih Şentürk de yine aynı gazetenin kurduğu “gümüş takım”da en iyi ikinci golcü olarak bulunuyordu.

Turnuva bittiğine göre bu güzel başarıları unutmadan, gerçeklere dönme zamanıdır.

Gazetelerde ve televizyonlarda futbola ayrılan alana, günlük yaşamımızda futbol konuştuğumuz süreye ve bu sektörde harcadığımız paraya bakacak olursak Türkiye’nin bir “futbol ülkesi” olduğunu söyleyebiliriz.

Acaba öyle mi?

Bu turnuvada da ortaya çıktı ki futbolcu yetiştiremiyoruz. Milli Takım düzeyine kadar gelmiş futbolcuların büyük bölümü “fundemental” eksikliği sorununu yaşıyor.

70 milyonluk bir ülkeyiz ama uluslararası alana çıkarabildiğimiz futbolcu sayısı, İstanbul’un bir semti kadar büyük Slovakya kadar bile değil.

Uluslararası alana çıkarabildiğimiz futbolcu sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor ve hiçbiri kendi liginde yarışmacı takımlarda oynamıyorlar.

Bu turnuvada İsviçre’de 3, Avusturya’da 1 Türk asıllı futbolcu oynadı.

Kadrosuna baktığımızda Almanya’da da Türk asıllı oyuncular olabilirdi aslında, elbette Almanya’da Müslümanlara yönelik ayrımcılık olmasaydı.

Düşünelim: İsviçre’de 200 küsur bin Türk, İsviçre Milli Takımı’na 3 futbolcu verebiliyor. Avusturya’da da öyle!

Milli Takım’ımızın yarısına yakınının “gurbetçi çocuğu” olduğunu ve oralarda yetiştiğini unutmayalım.

Sorun çok açık görülüyor: Bizde futbolcu yetiştirmeye yönelik düzen verimsiz, işe yaramıyor.

Futbol Federasyonu’nun bir görevi de bu düzeni değiştirmek olmalı.

Günlük başarılar insana iyi gelir, mutlu eder ama yöneticilerin görevi uzun vadeli düşünmektir.

Gelecek salı günü bu konuyla ilgili neler yapılabileceğine yönelik yazım, Hürriyet Spor’da yayımlanacak. O güne kadar bana önerilerinizi ulaştırabilirsiniz.

Dut yemiş siyasetçiye dönmek

CHP yöneticileri, Sosyalist Enternasyonal’in parti ile ilgili tutumundan hoşnut olmadıkları için, Deniz Baykal, Enternasyonal toplantısı yerine, Dut Festivali’ne gitmiş.

Gazetede bu haberi okuduğumda zihnim birden aydınlandı.

CHP yönetiminin, neden elle tutulur bir muhalefet yapamadığını anladım. “Dut yemiş bülbül” nasıl ötme yeteneğini kaybediyorsa, “dut yemiş siyasetçi” de çözüm bulma ve alternatif projeler oluşturma yeteneğini kaybediyor olmalı!

Çünkü siyaset esasen bu amaçla yapılır: Sorunlara çözüm üretmek!

Muhalefetteyseniz, bu sorumluluğunuzu yerine getirmek, aynı zamanda ilk seçimde iktidar şansını yakalamaya da talip olmak demektir.

Sürekli sorunları tekrarlamak, ama onu sıra kendisine gelse nasıl çözeceğini söyleyememek, bir muhalefet yapma biçimidir ama kimseyi iktidara taşımaz.

İktidarı hedefleyen muhalefet partileri, sorunun çözümünü söyleyerek oy kazanırlar.

Sosyalist Enternasyonal meselesine gelince: CHP’nin artık böyle bir sorunu yok, çünkü CHP artık sosyal demokrat bir parti değil.

CHP, bürokratik merkeziyetçi bir düzeni savunuyor ve böyle bir parti Sosyalist Enternasyonal’e üye olsa ne olur, üye olmasa ne olur!

Zaten onlar da böyle düşünüyor olmalı ki “dut yemeye” gidiyorlar.

Ama şöyle bir atasözünün varlığını da hatırlatayım: Dut ağacının dibinde, ot bitmez!

Şeffaflık deyince aklıma geldi

MAÇ peşinde Avusturya-İsviçre dağlarında dolaşırken kaçırmışım, sonra internetten okudum.

Başbakanlık bu konuda yaptığı açıklamada “şeffaflık” konusunda çok hassas olduğunu açıklamış.

Çok sevindirici bir durum!

Ancak, örtülü ödenek harcamalarının şeffaflığı diye bir şey söz konusu olamaz, zaten adı üzerinde “örtülü ödenek”.

Burada asıl olan harcamaların, yasal süreçlere uygun olarak yapılmasıdır ki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konuya o kadar da özen göstermediği anlaşılıyor.

Bu durumda şu bizim eski “Suudi Kralı’nın hediyelerini” de hatırlatmakta yarar var.

Ne Cumhurbaşkanı, ne de Başbakan bu konudaki sorulara tatmin edici bir yanıt verebildi.

Sadece benim sorularıma değil, TBMM’de “milli irade” temsilcisi olan milletvekillerinin yazılı soru önergelerine, yasal mecburiyete rağmen yanıt vermediler.

“Hani şeffaflık önemliydi” diye sormak hakkımdır diye düşünüyorum.

Bu vesileyle Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a sorduğum soruyu tekrar hatırlatayım:

Suudi Kralı, muhterem eşlerinize hangi armağanları getirdi? Bu armağanlar ile ilgili nasıl bir işlem yapıldı? Yasada yazılı bağlayıcı süreçlere uyuldu mu?