Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Kılıçla yaşadık kılıçla öldük!

TÜRKİYE-Almanya maçını en iyi özetleyecek şeyin, eski bir atasözü olduğunu düşündüm maçtan çıkarken: Kılıçla yaşayan, kılıçla ölür!

Direklerden dönen şutlar, son dakikalarda atılan goller, “Bu gol de yenir mi” denilecek kaleci hataları bu maça kadar hep bizim lehimizeydi.

Bu kez biz son dakika golü yedik, şutlarımız direkten döndü ve öyle bir ikinci gol yedik ki amatör küme maçlarında bile bu golü yiyene iyi gözle bakılmaz.

Bu turnuvanın en ilginç maçlarını hiç kuşkusuz ki bizim takımımız oynadı ve futbola çok meraklı olanlar daha yıllarca bu maçları hatırlayacaklar.

Ama keşke kupayı alsaydık diye de düşünmeden edemiyorum, çünkü ileride istatistiklerin hatırlayacağı tek gerçek de kupayı kimin aldığıdır.

Turnuva öncesi maçların İsviçre ve Avusturya’da oynanacak olmasından hareketle, maçlardaki en kalabalık taraftar grubunun Türkiye olacağını düşünüyorduk ki hepimiz yanıldık.

Bütün maçlarımızda azınlık olan Türklerdi. Böylece bir efsanenin daha bittiğine tanık olduk. Bu arada Almanlarda gördüğüm bir değişimi de aktarayım.

Bir Dünya Kupası’nda, Alman seyirciler ile birlikte en son maç seyrettiğimde şöyle bir durum vardı:

Alman takımı gol kaçırınca hep bir ağızdan şu sesi çıkarırlardı: “Uuuuuuuuuuuuu!”

Hakemin kararı mı beğenilmedi? “Aaaaaaaaaaaaaaa!”

Gol atılınca da kısa bir “Tooooooorrr!”

Çarşamba gecesi baktım, maçtaki seyirciler şarkı da söylüyor, tempolu tezahürat da yapabiliyor.

Otomobillerden yarı bellerine kadar sarkıp, ellerinde bayraklar, klakson çalarak tur bile atıyorlar!

Germen ırkının giderek Akdenizlileşmesinde, bizim de elbette kebaplar ve döner ile lezzetlendirilmiş, sosyo kültürel etkilerimizin rolünü ihmal etmemek gerek.

Kim bilir, belki küresel ısınmadan da kaynaklanıyor olabilir bu Akdenizlileşme. Malum, buzullar tümüyle eriyince Akdeniz kıyısı Alp eteklerine kadar gelmiş olacak!

O zaman galibiyet sevinçlerine bir de havaya sıkılan tabanca tüfek sesleri karışır gibi geliyor bana.

Anırma için YÖK sınav yapsın

BAŞBAKAN Recep Tayip Erdoğan’ın partideki yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın “Bu eleştirileri yapanlar devrim kanunlarını okudularsa, Lozan’ı biliyorlarsa anırırım” sözleri, beni çok heyecanlandırdı.

Bir insan, ülkenin anlı şanlı bir siyasetçisinin anırmasına, ömrü boyunca kaç kere tanıklık edebilir ki?

O yüzden İsviçre’ye gelmek için bindiğim uçakta biraz tedirgindim: Dengir Bey, ben maç peşinde gurbette gezerken anırır ve ben bunu kaçırırsam diye!

Uçakta bir arkadaşımın sözleri biraz sakinleşmemi sağladı: “Bunlar AKP’li, sözlerini ne zaman tuttular ki Dengir Bey de tutsun, merak etme sen dönene kadar anırmaz o!”

Doğrusunu isterseniz Dengir Bey’e haksızlık etmek de istemem.

Çünkü “Kanunları ben okudum” diye ortaya çıkacak çok insan vardır ama içlerinden kaçının devrim kanunlarını gerçekten okumuş olduğunu nereden bileceksiniz?

Bu nedenle YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ı, “bu zıkkımı halletmesi için” göreve davet ediyorum! Bir sınav yapılsın, isteyen herkes bu sınava girsin ve Dengir Bey’in dediğinin doğru olup olmadığı anlaşılsın. Tam puan alacak bir kişi bile çıkmazsa anırmasın. Ama bir kişi bile tam puan alırsa anırsın.

Bence anırmayı Kıbrıs eşekleri gibi çok uzatmasına gerek yok.

Bir dakikalık bir anırma sanırım hepimiz için tatmin edici bir sonuç olacaktır!

Bir anıt yaptık bakan yok!

ERMENİ çeteler tarafından, 1. Dünya Savaşı yıllarında öldürülen Türkler anısına Iğdır’da yaptırılan anıtın ciddi bir bakıma ihtiyacı olduğu haberini geçen gün gazetelerden birinde okudum. Gazetede yayımlanan fotoğraflı haberde “anıtın döküldüğü” anlatılıyor ve gerekli ödenek gelirse tamiratının yapılacağı belirtiliyordu.

Dün bu yazıyı yazarken, haberi hangi gazetede okuduğumu bulmak üzere internette bir araştırma yaptım. Önceki gün okuduğum haberi bulamadım ama benzeri haberlerin, hem Iğdır’daki anıt için, hem de ülkemizin başka köşelerindeki anıtlar için daha önce defalarca yayınlanmış olduğunu gördüm.

Bir tarihi olayı unutturmamak için anıt yaptırıyoruz ve sonra o anıtı öylece unutup, gidiyoruz. Anıt tamire ihtiyaç duyuyor, üç kuruş bulup, tamir ettiremiyoruz.

Ya söz konusu anıt, bize hiçbir şey hatırlatmadığı için unutup gidiyoruz ya da yaptıklarımızı sadece “desinler” diye yapıyoruz.

Söze gelince şanlı geçmişimizden, atalarımızdan dem vuruyoruz ama onlar için yaptırdığımız anıtları, mezarlıkları adam gibi tutmayı bile beceremiyoruz.

Bir anıtı bakımsız bırakmanın, o anıya en büyük ihanet olduğunu ne zaman öğreneceğiz?