Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Koskoca dünya lideri küçücük PKK’dan korkmaz

HÜKÜMET ile PKK arasındaki görüşmelerin varlığını kanıtlayan ses kaydında dikkatimi çeken bir bölüm daha var.

O tarihte MİT Müsteşar Yardımcısı olan Afet Güneş’in sözlerinden anlıyoruz ki MİT mensupları, İmralı’daki hapishanede yatan Abdullah Öcalan ve yurtdışındaki PKK yetkilileri arasında bir tür kuryelik de yapmışlar.
İki tarafın yazılı mesajlarını götürüp getirerek, sorunun çözümündeki samimiyetlerini de kanıtlamak istiyorlar gibi.
Öcalan’ın mesajlarını yayan avukatlarına neden zaman zaman engeller çıkartılıyor, bu durumda anlayabilmek de mümkün değil.
Tempo dergisinin Ocak 2011 tarihli sayısında Cemal Subaşı ve Eyüp Erdoğan imzalarıyla ilginç bir haber yayımlandı.
Olaylar şöyle gelişiyor: Tarih 1997, yer Bursa Cezaevi. Oslo toplantısında yer alan PKK’lı Sabri Ok o tarihte cezaevinde PKK’lı Muzaffer Ayata ile birlikte yatıyor.
Askerler bu ikiliye bir telefon vermişler, Abdullah Öcalan ile haberleşmelerini sağlıyorlar. Karşılıklı mesajlar iletiliyor. Askerden PKK’ya, PKK’dan askere!
Konuşulanlar, bugün konuşulanlardan farklı değil. Barış nasıl olacak, silah nasıl bırakılacak vs.
O tarihte Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu bu telefonları dinlettiriyor. Ve sonunda askeri dinlettiği için tutuklanıp, hapse konuluyor.
Orakoğlu daha sonra askerler ile Öcalan arasındaki bu telefon trafiğini “Ergenekoncuların” yürüttüğünü açıkladı.
Kadere bak, Ergenekon ile Erdoğan hükümeti aynı noktada buluşmuş oluyor!
Tempo’daki haberden öğreniyoruz ki askerler bu işe önce kimseyi bulaştırmamış. AKP hükümetinden sonra önce MİT, sonra Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı da PKK ile doğrudan ya da dolaylı görüşmelerde yer almışlar.
Yani “Terörist ile görüşmeyi devlet yaptı, hükümet onlarla konuşmaz” sözü gerçek değil.
Sorunumuz şu ki, bu sorunu çözecek olan hükümet, adının böyle işlerde geçmesinden hiç hazzetmiyor.
İyi de bu görüşmeleri yapmadan ve bunun siyasi sorumluluğunu üstlenmeden sorun nasıl çözülecek?
Siyasi sorumluluktan kaçarak bir yere varılamayacağını Başbakan’ın artık görmesi gerek.
Madem “dünya lideri bir delikanlıyız”, şu küçücük “PKK ile konuştular” dedikodusundan mı korkuyoruz?

Hangisi daha iğrenç bir suç?

Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile PKK yöneticileri arasındaki görüşme kaydının internete sızması üzerine şunu söyledi:
“Tabii ses kaydı kaydedilmesi görüşmenin, bunlar gayri ahlaki onaylanması mümkün olmayan şeyler. Söz konusu olamaz. Hiçbir şekilde tasvip edilmesi mümkün değil. Yani bizim de bütün çabamız, bu tür şeylerin cezası ağırlaştırılsın ve bu mekanizmalar önlensin ama çağımızdaki teknik imkânlar da biliniyor.”
Benzeri bir yaklaşımı bazı köşe yazılarında da gördüm.
Şunu söylemeliyim ki ortam ya da telefon dinlemesiyle elde edilen ses kayıtları ile Oslo’da yapılan bu ses kayıtları birbiriyle kıyaslanabilir değil. Birinciler elma ise bu armut!
Ortam ya da telefon dinlemesi ile elde edilen ses kaydı, özel bir alana tecavüzdür. İki kişi arasındaki görüşmede taraflar bilirler ki konuştukları kendi aralarında kalır. Bu nedenle daha pervasız olabilirler. Küfürlü konuşabilirler, kestirmeden bazı yorumlar yapabilirler, akıllarına o an ne estiyse onu söyleyebilirler vs.
Oysa “hükümet ve PKK görüşmesi” ile ilgili kayıt, özel bir görüşmeyle ilgili değildir.
Bir kere toplantıya katılan altı kişi var. O altı kişinin, toplantıdan sonra içeride konuşulanları gidip üstlerine rapor edecekleri de belli. Zaten büyük olasılıkla görüşmenin kaydedildiğini de biliyorlar ve yine büyük olasılıkla her iki taraf ve koordinatör ülke temsilcisi de görüşmeyi açık ya da gizli kaydediyor.
Yani konuşurken sözlerine dikkat etmeleri gerektiğini de biliyorlar, özel bir görüşmedeki gibi pervasızca konuşmuyorlar.
Bu kaydın sızdırılması elbette alçakça bir durum.
Türkiye’nin en önemli sorunu için yapılan bir girişimi baltaladığı için!
Yoksa bunun telefon konuşmalarını, bir ortamda yapılan konuşmaları gizlice kaydedip yayımlamayla bir ilgisi yok.
Hangisi daha iğrenç bir suç derseniz, ikincisi derim!

Medyada korku dağları bekliyor

AKP iktidarı döneminde medyanın ne hale getirildiğinin en şahane bir örneğini Oslo görüşmelerinin internete sızdırılmasıyla yaşadık.
Şu anda Türkiye’de halkın büyük bölümü PKK ile hükümet arasında bir temasın ve görüşmenin olduğunu öğrendi ama o görüşmede neler söylenmiş bilmiyor!
Gazetelerin birkaçı dışında kalanlarda haber, “bir telekulak skandalı” tadında verildi.
Evet, bir şeyler olmuş ama ne olmuş, o haberleri okuyarak öğrenebilmeniz mümkün değil.
Bunun bir tek nedeni var: AKP denetimindeki medya zaten bu tür şeylerin halktan saklanabilmesi için dizayn edildi. AKP denetiminde olmayan medyanın da ödü kopuyor!
Kuşkusuz doğrudan bir tehdit almadılar, “Bu haberi yazarsanız canınıza okuruz” gibi bir uyarı yapılmadı.
Ama onlar da “durumdan vazife çıkardılar”.
Selahattin Duman’ın Türkçemize kazandırdığı şekilde ifade edecek olursak “seyrek bıyıklı asabi şahsiyetin” öfkesini üzerlerine çekmeye korktular.
Dünyanın demokratik her ülkesinde, hükümetin bir görevlisi ile o hükümetin “terör örgütü” diye tanımladığı bir örgütün temsilcileri gizli bir görüşme yaparlar ve bu duyulursa haberdir!
Bunu okuyucularına sunmayanın gazeteciliğinden bile değil, zekâsından kuşkulanılır!
Ama görüyoruz ki ülkemiz medyasının bir bölümü teslim bayrağını çekmiş durumda.
Bunun, en başta yağcılığını yapmaya çalıştıkları hükümetin görüntüsüne zarar verdiğinin ve vereceğinin farkında da değiller. Durum medya yöneticilerinin zekâsı açısından o kadar vahim yani!
Sizler ise Hürriyet okuduğunuz için şanslısınız, bu olayın değişik boyutlarını öğrenebildiniz.
“Bizi izlemeye devam edin” derim!