BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın “akıllı insanlar”la buluşmasında Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik bir fıkra anlatmış.
Önce fıkrayı okuyalım:
“Adamın biri Allah’a dua ediyormuş, ‘Tanrım bana iftira ediyorlar, beni koru’ diye. O sırada duyulan büyük bir gök gürültüsüyle birlikte Tanrı yukarıdan seslenmiş, ‘İftiraya ben bile bir şey yapamam, bana da İsa’nın babası diyorlar.”
Akil İnsanlar toplantısında bu fıkra kahkahalar ile karşılanmış, Başbakan da gülmüş mü bilemiyorum, haberde bununla ilgili bir ayrıntı yok.
Akil İnsanlar bu demode fıkranın nesine kahkahalar ile gülmüşler onu da bilemiyorum tabii. Bazılarının o kadar da akıllı olmadıkları yolundaki görüşüm teyit edilmiş bulunuyor böylece.
Çelik’in anlattığı fıkra, Hıristiyanlığın “baba, oğul, kutsal ruh”tan oluşan “üçlü teslis” inancıyla deyim yerindeyse “kafa buluyor”, alay ediyor.
Fazıl Say, Hayyam’a ait olduğu tartışmalı bir dörtlüğü retweet ettiği için hapis cezasına mahkûm edilmişti.
Mahkemenin gerekçeli kararında, Say’ın, “kamusal tartışmaya hiçbir katkıda bulunmayan ve yeryüzünde yaşayanların büyük çoğunluğunun mensubu oldukları 3 büyük dinin ortak değerleri olan Allah, cennet ve cehennem gibi kavramlara yönelik hislerini nedensiz yere incitecek ve bu kavramların anlamsız, gereksiz ve değersiz olduğu kanaatini uyandıracak şekilde dini değerleri aşağılamak” suçunu işlediği kanaatine varmıştı!
Kültür Bakanı Çelik de bu kararı eleştirenlere şu yanıtı vermişti:
“O ifadeler bana göre kim, hangi din için söylerse söylesin, kabul edilemez. Bu tür ifadeler ortaya çıktığında rencide olan büyük kitlelerin adalet arayışı ne olacak?”
Buyurun buradan yakın şimdi!
İnançlarıyla dalga geçildiği için rencide olacak olan Hıristiyanların adalet arayışı ne olacak?
Bakan Çelik, dokunulmazlığının arkasına saklanacak mı, yoksa
“Akıllı insanlara aptal bir fıkra anlattım, özür dilerim, cezama razıyım” diyecek mi?
Ortadoğu’da ağabeylik peşinde koşarsan
REYHANLI’daki alçak saldırıdan sonra kimlerden şüphelenileceği belliydi:
Ya Suriye’deki Esad yönetimi, ya da Suriye’deki Esad karşıtı güçler.
Hükümetin Suriye’deki içsavaşa, getirisini–götürüsünü düşünmeden dalmasının böyle bir sonuç doğuracağı da belliydi, bu belki onlarca kez söylendi:
Ortadoğu’daki kirli mezhep savaşlarının bir parçası olursan, Bağdat’ta, Kerkük’te, Şam’da, Halep’te patlayan bombaların kendi şehirlerinde patlaması da kaçınılmazdır.
Gazetelerdeki haberlere göre MİT ve Emniyet böyle bir saldırının gerçekleşmesini zaten bekliyormuş, bununla ilgili istihbarat da araçların tipine, patlayıcının cinsine kadar alınmış ama saldırı önlenememiş.
Neden acaba?
Kuşkusuz ki bunun nedeni istihbaratçıların ya da polisin, jandarmanın görevini ihmal etmesi değil.
Suriye sınırının, hükümetin politik tercihleriyle bir kevgire dönüşmüş olmasının sonucu bu.
Kim nereden geçiyor, kim gidiyor, kim geliyor, belli değil.
Özgür Suriye Ordusu’na hareket kabiliyeti sağlayacağım derken, bunların olabileceğini öngörmemek, önlemlerini almamak hükümetin sorumluluğudur.
Ama onların sorumluluktan anladıkları da demeç vermekten ibaret!
Sınırın öbür tarafında böyle iğrenç bir savaş sürerken, bunun sınırın Türkiye tarafına da sıçrayacağını bilmeli ve önlemlerini zamanında almalıydı.
Bunun yapılmamış olmasının bedelini Reyhanlı’da hayatını kaybeden, sakat kalan vatandaşlarımız ödedi.
Başbakan da, İçişleri Bakanı da, Dışişleri Bakanı da koltuklarını ısıtmaya devam edecekler.
Bir ülkede yolunda gitmeyen her işten hükümetin sorumlu olduğu akıllarına bile gelmeyecek.
Demeç bombardımanı!
DIŞİŞLERİ Bakanı Ahmet Davutoğlu, Reyhanlı’daki terör saldırısının ardından şöyle konuştu:
“Kim dışarıdaki bir kaosu Türkiye’ye yansıtmak isterse karşılığını görür. Kimse Türkiye’nin gücünü test etmeye cüret etmesin!”
Devlet yöneticilerinin boş konuşmalarına bir madalya verecek olsak, sanırım birincilik bu sözleriyle Davutoğlu’nun hakkı olurdu.
Mavi Marmara gemisinde silahsız insanlar İsrailli askerlerin kurşunlarıyla öldürüldüklerinde de bu zat bakandı.
Benzer şeyler söylemişti.
Suriye, Türkiye’nin askeri jetini düşürdüğünde de aynı zat, aynı koltuğu işgal ediyordu.
Takılmış plak yine aynı nağmeleri çalıyordu.
Sınır kasabalarımız topçu ateşine tutulduğunda da, sınır kapımızda bomba yüklü araba patlatıldığında da aynı durum söz konusuydu.
Nasıl bir güçse bu, sürekli teste tabi tutuluyor ama karşılık olarak sadece bir demeç bombardımanı verebiliyor.
Not: Yurtdışında bir dizi toplantıya katılacağım için bu hafta yazılarıma ara vereceğim, okuyucularımın bilgisine sunarım.
