Kutulardaki parayla bankanın ne ilgisi var?
RÜŞVET ve yolsuzluk operasyonunda evindeki aramada ayakkabı kutuları içine saklanmış milyonlarca Euro bulunan Halk Bankası Genel Müdürü’nün avukatı müvekkilinin “Türkiye’ye milyarlarca dolar kazandıran Halkbank’ın faaliyetleri nedeniyle” hedefe alındığını söylüyor.
Başbakan başta olmak üzere AKP sözcüleri ve yandaş medya yazarları da aynı havada: İsrail ve Amerika, İran’la ticaret yapılmasına aracılık ettiği için bu bankayı hedefe aldılar!
Hatta Başbakan bir adım ileri gidiyor, bankanın en gizli ticari sırlarının bile bu nedenle ele geçirildiğini söylüyor. (Ali Babacan bunun doğru olmadığını, bankanın sırlarının değil, sadece ilgili kişilerin bilgilerinin alındığını söyledi ama aynı teraneyi tekrarlamaya devam ediyorlar.)
Şunu merak ediyorum: Bankanın faaliyetleri ile Genel Müdür’ün evinde ayakkabı kutuları içine doldurulmuş milyonlarca doların, Euro’nun ne alakası var?
Banka önemli bir uluslararası ticarete aracılık ediyor diye bu paraları görmezden gelmemiz mi gerekiyor?
Genel Müdür, “kayıt derdi çıkmasın diye” paranın bankada değil, evde tutulduğunu söylüyor.
Bu karapara değilse, kaynağı belliyse bankaya yatırmakta nasıl bir işlem zorluğu çıkabilirdi ki?
O çeteye, o kadroları kim verdi?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “devlet içinde devlet haline gelmiş bir çeteden” söz ediyor.
Bu köşenin devamlı okuyucuları bilirler, bundan ben de yakınıyordum.
Deniz Baykal ve MHP yöneticilerine yönelik olarak gerçekleştirilen ve demokratik siyaseti kendince yeniden dizayn etmeyi hedefleyen olaylar ortaya çıktığında da bunu yazmıştım.
Bu iş, iki tane meraklının yapacağı bir şantaj değildir diye.
KPSS soruları çalınıp Türkiye’nin değişik yörelerinde belirlenmiş kişilere aynı anda servis edildiğinde de bunun “örgütlü bir suç olduğuna” dikkat çekmiştim.
Böyle birçok örnek var, geriye doğru yazılarımı tarasam onlarcasını kolayca bulabilirim ama gerek yok.
Bütün bu süreç boyunca Başbakan başta olmak üzere AKP çevreleri olup bitenlere seslerini çıkarmadılar, hatta onaylar tutum içine girdiler.
Emniyet’te son rüşvet operasyonundan sonra başlayan görevden alma fırtınası da gösteriyor ki hükümetin bilgisi dahilinde Emniyet kadroları belli bir çevreye peşkeş çekilmiş.
Zaten kendileri de sormuyorlar mı: Bizim hükümetimizden önce kaç valiniz, kaç emniyet müdürünüz vardı, şimdi kaç tane var diye?
Şimdi de çıkmış şikâyet ediyorlar.
Göreviniz en başında bunu engellemekti, engellemediğiniz gibi oluşumuna katkıda da bulundunuz, o çetenin hizmetlerinden yararlandınız.
Şimdi ağlamayı bırakın, madem bir çete var, onu temizleyin, yargıya teslim edin.
Bu arada bir fırsat bulup kutulara doldurulmuş paraların, alınan rüşvetlerin, bir gecede değişen imar koşullarının, ofislere bavulla gönderilen paraların, birdenbire büyük ticari deha kesilen bakan çocuklarının hesabını verin.
Hükümet bu cihazların hesabını vermeli
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün canının istediği kişiyi takip edebilmesine olanak veren “süper telekulak cihazlarının sayısı 11’den de fazla” imiş.
Dün Sabah’ta yayımlanan bir habere göre Almanya’dan satın alınan bu 11 cihaz dışında başka cihazlar da varmış ve “envantere alınmadıkları için” ne sayıları bilinebiliyor ne de nerede, kimin elinde oldukları biliniyor.
Elde ya da bir otomobilde taşınacak kadar küçük bu aletler 2010’da deşifre olunca yerlerine İtalya ve Avusturya şirketlerinden alım yapılmış ve envantere de kayıtları yapılmamış.
Emniyet yetkililerinin verdiği bilgiye göre bu cihazlar halen faaliyet halinde ama kimin elinde oldukları da belli değil.
Sabah’a bilgi veren yetkililere göre bu cihazların “itibarsızlaştırma operasyonları” için kullanıldığı kuşkuları da var.
Özellikle geçmişte böyle bir operasyona maruz kalan siyasetçi örneklerindeki gibi özel hayata ilişkin yasadışı kayıtların gerçekleştirildiği düşünülüyor.
Bu cihazlar envantere alınmadı, çünkü yasadışı uygulamalar için kullanıldı.
Normal dinleme prosedürleri işletilmiş olsaydı, mahkemelerden yasal izinler kolayca alınabilirdi.
Zaten bizler de mahkemelerin bu izinleri kolayca verebiliyor olmalarını eleştiriyorduk.
O halde bu cihazlara neden gerek görüldü? Bu cihazların alımı sırasında hükümetin, İçişleri Bakanı’nın bundan haberdar olmaması mümkün mü?
Bu cihazları, polisler kendi aralarında para toplayıp almadılar. Ya örtülü ödenek kullanıldı ya da bütçede bir başka fasılda yer alan bir ödenek bakanın bilgisi dahilinde bu iş için kullanıldı.
Hükümet belli ki şimdi panik halinde ve bu cihazların kendi aleyhine de kullanılabileceğini düşünüyor.
Bir hukuk devletinde bizzat hükümetin bilgisi dahilinde, polis yasadışı işler çeviriyor, yasaların ardından dolanmak için cihazlar satın alıyor.
Bunun hesabını soracak bir savcının, bütün bu olanlardan sonra ortaya çıkmayacağını biliyoruz.
Peki Devlet Denetleme Kurulu ne güne duruyor?