Namaz kılan bir Anayasa mı?
TBMM Başkanı İsmail Kahraman, yeni yapılacak Anayasa’da laiklik tarifine yer verilmemesi gerektiğini söyledi.
Meclis Başkanı, “Müslüman bir ülke olarak neden kendimizi dinden arındırma, geri çekme durumunda olacağız? Bir İslam ülkesiyiz. Bu nedenle dindar bir Anayasa yapmalıyız” dedi.
Daha önce “dindar Anayasa” diye bir kavram hiç duymamıştım.
Namaz kılan, pazarları kiliseye giden, sinagogda dini törenlere katılan, tapınağa çiçekler sunan bir Anayasa var mı acaba?
Demek ki Anayasa Hukuku derslerini bize boşuna okutmuşlar.
“Dindar insan” denilince neyin kast edildiğini kolayca anlayabiliyoruz:
İnandığı dinin gereklerini yerine getiren, ona göre yaşamını düzenleyen bir insan.
“Dindar Anayasa” denilince neyi anlamamız gerektiği için bir ip ucu bu olabilir sanırım.
Anayasa’lar bir devlet içinde bir araya gelen bir toplumun haklarını ve devlet ile ilişkisini düzenleyen metinler olduğuna göre “dindar Anayasa” da “dindar insan” gibi olmalı.
Yani bireylerin haklarını, devlet ve toplumla olan ilişkilerini dine göre düzenleyen bir Anayasa.
Doğal olarak böyle bir Anayasa’da laiklik kavramına da yer yok zaten.
Belli ki Kahraman’ın önerdiği Anayasa, devlete bir din biçecek ve toplumun o dinin kuralları çerçevesinde örgütlenmesini, haklarının düzenlenmesini, yönetilmesini sağlayacak.
Benzerine İran’da filan rastladığımız gibi bir Anayasa olmalı bu.
AKP sözcüleri, TBMM Başkanı’nın açıklamasından sonra, böyle bir düşünce içinde olmadıklarını, bu yönde bir çalışmalarının olmadığını açıkladılar.
Olabilir tabii, bu TBMM Başkanı’nın kişisel fikri olabilir.
Ama AKP iktidarı süresince edindiğimiz bir deneyim de “partiyi bağlamayan” bu tür açıklamalarla zemin yoklamak gibi bir yöntem izledikleri.
Ortaya bir fikir atıp, sonra geri çekiliyorlar. Aradan bir süre geçince tekrar aynı fikri duyuyoruz.
Böylece zemin yoklaya yoklaya uygun zamanı kolluyorlar.
TBMM Başkanı’nın konuşması böyle bir taktiğin sonucu mu, bilemiyorum.
Yakında kokusu ortaya çıkar.
—————————-
“Ama”sı çok bir Anayasa hazırlığı
Yeni Anayasa’nın “biraz demlenmesini” isteyen Başbakan Ahmet Davutoğlu, partisinin Anayasa yazım komisyonu ile bir toplantı yaptı ve vesayete izin vermeyecek, her türlü özgürlüğü en detaylı şekilde içerecek bir metin ortaya konulmasını istedi.
Buna göre hak ve özgürlükler, “çağdaş demokrasilerdeki karşılığı” ile yeni Anayasa’da yer alacakmış.
Bu partinin iktidarda olduğu sürenin neresinden baksanız son sekiz yılı, demokratik haklarını kullanmak isteyenlerin üzerine devletin bütün gücüyle gittiği bir dönem oldu.
Anayasa’nın ve hukukun açıkça çiğnendiği, kuralların keyfileştiği, basın ve örgütlenme özgürlüğünün ezildiği bir dönem.
Ve şimdi bu arkadaşlara bir “zihin açıklığı” geldi.
Yeni yapacakları Anayasa, bugüne kadar fütursuzca çiğnenen hak ve özgürlükleri teminat altına alacak, “çağdaş demokrasilerdeki” gibi bir ülkeye dönüşeceğiz!
Doğrusunu isterseniz inanmakta güçlük çekmem için çok nedenim var.
Nuray Babacan’ın geçen gün Hürriyet’te yer alan haberine göre Başbakan’ın katıldığı bu toplantıda “temel hak ve özgürlüklerin nasıl kısıtlanacağı” da tartışılmış.
Kısıtlamaların her maddenin sonunda yer almasının daha doğru olacağı kararına da varılmış.
Bunu okuyunca kafamı kurcalayan sorunun yanıtını da almış oldum.
Demek ki çok “ama”sı olan bir Anayasa hazırlıyorlar.
“Basın hürdür ama kanunlar dairesinde” gibi ifadelere bolca rastlayacağız.
Anayasa özgürlükleri yazacak ama kanunlarla bunun nasıl kısıtlanabileceğinin zemini de hazırlanacak.
Bu gerçeği bir kez daha öğreneceğiz demek ki: Kendisi özgürlükçü ve demokrat olmayan bir iktidar, özgürlükçü ve demokratik bir Anayasa da hazırlayamaz!
——————————-
Tribün cemaatinin öfkesi
Futboldaki şiddet bu hafta sonu bir kez daha “tavan” yaptı. Gerçi gazetelerin spor sayfalarına yansımıyor ama alt liglerde hemen her hafta ağır şiddet yaşanıyor.
Bu kez söz konusu Trabzonspor – Fenerbahçe maçı olunca herkesin gözünün önünde cereyan etti.
Tabii, Ankaragücü maçında üstelik de şeref tribününde dövülen Amedspor’lu yöneticileri de unutmamak gerek.
Neotempo.com sitesinde Burak Tatari, “Tribün Cemaatinin Öfkesi” kitabının yazarı Prof. Dr. Artun Ünsal ile konuştu.
Artun Hoca’nın söylediklerine kulak verelim, ne durumda olduğumuzu gayet net ortaya koyuyor:
‘Tribün Cemaatinin Öfkesi’ kitabını yazarken dediğim gibi, Türkiye’de şiddet toplumun kılcal damarlarına kadar inmiştir. Yani şiddet stadyumdan topluma yayılmıyor, toplumdan stadyuma yayılıyor. Ayrıca sorumluların, taraftarların, zaman zaman kulüp yöneticilerinin davranışları, bazen hakem hataları, hakemlerin atanmasında siyasi tercihler, işi daha katmerleştiriyor. Ama özünde toplumca gerilimliyiz. Bu gerginlik sadece 3 – 4 yıla mahsus değil.”
“Ben gerginliği etnik-dinsel kökenlerine bağlamıyorum. Türkiye’de eşitsiz bir gelir dağılımı var. Ekonomik açıdan sömürenler, sömürülenler var. Bu, dünya genelinde dinsel ve ulusçu kisvelerle örtülüyor. Eğitim sorunu çok ciddi boyutta. Hepsinin ötesinde, yeterli sorumluluk anlayışı, yasaları uygulama, cezalandırma anlayışı yok.”
“Hakeme saldıran 17 yaşındaki Trabzon taraftarı O.M. “polis abilerinin” kendisine, vatan haini olmadığını söylediklerini anlattı. 0.M. salıverildiğinde taraftarlar tarafından alkışlandı. Bu en başta hemşerilik duygusuyla ilgili. Bizde hâlâ aşiret kültürü var. Tıpkı kan davasında suçsuz insanların sadece akraba olduğu için vurulması gibi bu tip olaylarda koruma içgüdüsü ortaya çıkıyor. Bu olayda da ‘17 yaşında cahil, ezik bir çocuk yaptı’ demek mümkün. ‘Onu kurtlara yedirmeyeceğiz, en nihayetinde kızgınlığı Trabzonspor’un uğradığı haksızlara karşı’ diyenler de çıkacaktır. Aynı olay Hrant Dink olayında da oldu. Aynı bölgeden 1-2 kişi başka amaçlar uğruna rahatlıkla kullanılabildi.”
——————————-