DENİZLİ İl Müftülüğü ile AKP yönetimindeki Denizli Belediyesi’nin ortaklaşa düzenledikleri “Kutlu Doğum Haftası” etkinliklerinde başları türbana sarılmış ilkokul öğrencilerinden oluşan bir koro ilahiler söylemiş.
“İlahi”, bildiğiniz gibi tasavvuf şiirlerinin belli makamlarla okunması.
Elbette dinsel içeriği var ancak İlahi değil, kul tarafından yazılmış metinler.
Kuran-ı Kerim’in okunuşu sırasında başını örtme gerekliliğini anlıyorum da makamla şiir okuyan küçücük kızların başlarının örtülmesi zorunluluğunu açıklayabilmek güç.
Törenler sırasında kötülüğü temsil eden dört başlı canavarın, öğrenciler tarafından tekbir getirilerek ve dualarla öldürüldüğü bir de oyun sahneye konmuş.
Küçük çocuklara, kötülükle mücadelenin gerekliliğini anlatırken, “öldürmekten başka yollar da olduğunu öğretmediğimiz” için mi acaba bu coğrafyada kötü bulduğu herkesi öldürmek isteyenlerin ardı arkası kesilmiyor?
Denizli Vali Yardımcısı Mustafa Güney de törende bir konuşma yapmış ve “Dünya, Hazreti Muhammed gibi bir lider istiyor. Peygamberimizin yokluğunu çok hissediyoruz” demiş.
Vali Yardımcısı’nın kişisel inancına karışmaya elbette kimsenin hakkı olamaz.
Ancak Vali Yardımcısı, orada devletin tüzel kişiliği temsil ediyor.
Konuşmalarında, eylem ve işlemlerinde, vatandaşlarla ilişkisinde uyması gereken kurallar da temsil ettiği devletin Anayasa’sı tarafından belirlenmiş.
Ve bu ilkeler, devletin “laik niteliğini” korumayı, gözetmeyi emrediyor.
Laik bir devletin “resmi dini” olamayacağı içindir ki Vali Yardımcısı, konuşmalarında özel bir dini vurgu yapmamalıydı.
Unutulmasın ki Vali Yardımcısı’nın maaşı, vergilerimizden ödeniyor ve o vergileri ödeyenler içinde gayrimüslim vatandaşlarımız da var.
Başta Başbakan olmak üzere bazı kişiler, neden laik düzenin tehdit altında olduğu inancının bu kadar yaygın olduğuna şaşırır gibi görünüyorlar.
Hiç şaşırmasınlar. Bu tablo, atanırlarken özel seçildikleri belli olan kamu görevlilerinin tutum ve davranışlarından kaynaklanıyor.
’Gulu gulu dansı’ benzetmesi
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, AKP Grup Toplantısı’ndaki konuşmasında Ankara’daki mitingin bindirilmiş kıtalar tarafından yapıldığını, katılıma ilişkin rakamların abartıldığını ve bu mitinge bakarak yorumlar yapmanın “hariçten gazel okumak olduğunu” söyledi.
Öyle görünüyor ki çıkardığını söylediği “Milli Görüş gömleğinin” etkilerini hálá kafasının bir köşesinden atamamış.
Yaptığı yorum bana Necmettin Erbakan’ın, “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” eylemlerini “gulu gulu dansı” olarak nitelemesini çağrıştırıyor.
Başbakan’a kim bu bilgiyi verdiyse, kendisini yanıltıyor haberi olsun.
O kadar insanı “bindirip getirecek” bir siyasal organizasyon bu ülkede varsa onları her gün bir yere taşırdı, bunu unutuyor.
O meydana akan yüz binlerce insanı peşine takıp hareketlendirebilecek ciddi bir siyasal örgütlenme var olabilseydi, ilk seçimde iktidarı kaybederdi, bunu da hesaba katsın.
Geniş kitlelerin kendiliğinden hareketlerini hafife almak, Hoca’sına hiç yaramamıştı.
Aynı hatayı tekrarlamasın.
Bu siyasi cinayettir!
MALATYA’da İncil dağıtımı yapılan bir büronun basılıp üç kişinin boğazları kesilerek öldürülmesi olayı, ülkemizin ne tür tehlikelerle karşı karşıya olduğunu gösteren acı bir örnek daha oluşturdu.
Ortaya çıkıyor ki bu ülkede bu tür cinayetleri işleyebilecek kişileri bulabilmek hiç de zor değil ve böyle bir ortamda özellikle de siyasetçilerin konuştukları her söze dikkat etmeleri bir zorunluluk.
Bu cinayetin nasıl bir provokasyon sonucu olduğunu bu yazıyı yazdığım saatlerde henüz bilmiyordum.
Ama bunun ülkemizin dünyadaki imajını kirletecek bir sonuç doğuracağına hiç kuşku yok.
Rahip Santoro cinayetiyle başlayan, Hrant Dink suikastıyla devam eden sürece bir halka daha eklenmiş oldu.
Türkiye’deki misyonerlik faaliyetlerini abartarak bundan siyasi rant elde etmeye çalışanlar, bu cinayetin de sorumlularıdır.