Mahruki’nin reklamda oynaması doğru mu?
NASUH Mahruki’nin başında bulunduğu AKUT ile Sivil Savunma Müdürlüğü arasında bir gerginlik olduğu, Mahruki’nin geçen hafta içindeki açıklamalarıyla su yüzüne çıktı.
Pakistan depremine AKUT’çuların götürülmemesi üzerine başlayan tartışmaya burada girecek değilim.
Çünkü ‘ben bu kadar kurtardım, sen bu kadar kurtardın’ zemininde yürütülecek bir tartışmanın her iki kurumun da yaptığı kutsal görevle bağdaşmayacağına inanıyorum.
AKUT’un genç gönüllüleri, Körfez Depremi ile birlikte hepimizin kahramanı oldular.
O güne kadar da isimlerini gazete haberlerinde duyardık ama yaptıkları işin, toplum açısından bu kadar önemli olduğunu ancak o büyük felaketle karşılaştığımızda anlayabildik.
‘Kahraman’dan çok ‘hain’ çıkarmaya meyilli bir toplum olduğumuz için, AKUT’çuların ve benzeri görevleri yerine getirenlerin toplum gözünde ‘kahraman’ mertebesine ulaşmaları daha da önem kazanıyor.
Bu tür tartışmaların, gelecekte ihtiyaç duyacağımız fedakár insanları kırmaya ve bu önemli görevi sahipsiz bırakmaya yol açmaması gerek.
Hazır yeri gelmişken kafama takılan bir konuya değineyim.
Nasuh Mahruki bir süredir bir çay reklamında oynuyor.
Toplumun büyük çoğunluğunun tanıdığı, şöhretli insanların reklam kampanyalarında görev almaları yeni bir şey değil.
Ancak, Mahruki’nin toplumsal konumunu, diğer ‘şöhretlerden’ ayırmak gerekirdi diye düşünüyorum.
Çünkü o medyanın yarattığı sıradan bir ‘şöhret’ değil, halkın gözünde bir ‘kahraman’.
Ve bizim toplumumuzda örneği çok az olan bir ‘sivil kahraman’.
Keşke Mahruki, ‘reklám şöhreti’ olmayı, ‘halk kahramanı’ olmaya tercih etmeseydi diyorum.
Dubai Towers iyi bir pazarlama fikri değil
DUBAİ Prensi’nin İstanbul’da yapacağı yatırımla ilgili belirsizlik, dünkü basın toplantısıyla açıklığa kavuştu. Dört yılda 5 milyar doları bulacak yatırımın ilk ayağı Dubai Towers İstanbul ismiyle Çeliktepe’deki eski İETT garajında gerçekleşecek.
O bölgeye yapılacak iki dev kulenin yol açacağı trafik ve elektrik, kanalizasyon gibi altyapı sorunlarının nasıl çözüleceğine ilişkin elimizde henüz bir bilgi yok.
Belediye, bu vesileyle bu çözümlerini de açıklasaydı ve hepimiz rahatlasaydık daha iyi olurdu.
Yapılacak iki kuleye bulunabilecek en iyi ismin de ‘Dubai Towers’ olmadığı çok açık.
İstanbul’un ortasında Arabistan çölleri çağrışımının iyi bir ‘pazarlama fikri’ olmadığını düşünüyorum.
Hürriyet yazı işlerinde bu haber tartışılırken bir arkadaşımız, Dubaili yatırımcı şirketin başkanı El Gergawi’nin giysilerine dikkatimizi çekti.
Google’da aradık, El Gergawi’nin bugüne kadar kravat-takım elbise ile çekilmiş bir fotoğrafına rastlayamadık.
Bütün uluslararası törenlerde geleneksel giysileri içinde görünüyordu.
Kravat-ceket kimin uyarısıydı bilemiyorum; ama bence bu yatırıma yönelik ‘ırkçı’ tepkiyi hafifletmek ve ‘hassasiyetlere saygı göstermek’ açısından anlamlı bir davranış.
Artık sıra belediyede. Yatırımla ilgili beklentilerin neler olduğunu, altyapı sorunlarının nasıl çözümleneceğini ve bununla ilgili ihalelerin ne zaman açılacağını, kaça mal olacağını açıklarlarsa, kamuoyunun tereddütlerini de giderebilirler.
Şeffaflık, bu tür büyük projelerin halka mal edilmesinin en kestirme yoludur çünkü..
Demek ki yargı eleştirilmez değilmiş
MİLLİYET’in Genel Yayın Müdürü olduğum günlerde, yüksek yargıdaki bazı olaylarla ilgili yayınlar yapmıştık. Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya, MİT Operasyonlar Daire Başkanı Káşif Kozinoğlu ve Alaattin Çakıcı’nın isimlerinin geçtiği haberleri, Hürriyet okuyucuları da iyi hatırlayacaklardır. Çünkü o tarihte bu ‘netameli’ konuya girme cesaretini gösteren sadece üç gazete vardı: Hürriyet, Milliyet ve Radikal.
O günlerde bu üç gazetenin yaptığı yayınlar ‘bağımsız yargıya müdahale etmek’, ‘yargıyı tartışarak mürtecilerin ekmeğine yağ sürmek’ şeklinde eleştiri bombardımanına tutulmuştu.
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ndeki soruşturma ve buna bağlı olarak gerçekleşen tutuklamanın ardından gazetelerde yazılan yorumlara bakıyorum da bu olay nedeniyle yargıyı en çok eleştirenlerin başında, Milliyet ve Hürriyet’in o dönemdeki yayınlarını eleştirenler geliyor. Meraklıları için belirteyim, bana ve bu olayı takip eden gazeteci arkadaşlarıma karşı, bu yayınlar nedeniyle açılan davalar ‘beraat’ kararıyla neticelendi. Ankara’da görülen davalarda, mahkeme, basının vatandaşı haberdar etme ve eleştiri görevini yerine getirdiğine karar verdi.
Görülüyor ki açık bir demokratik toplumda kimse eleştirilmez değil. Önemli olan ise şu: Eleştiri hakkının herkes için geçerli olduğunu kabul etmek. Bazı durumlarda eleştirmek, bazı durumlarda eleştirenleri eleştirmek tutarlı demokratik bir davranış değil. Yargının bağımsızlığı, hepimizin üzerine titrememiz gereken bir kural. Ve gerekirse, sırf bu bağımsızlığı korumak için basının eleştiri görevini yerine getirmesi de hepimizin sahip çıkması gereken bir demokratik hak.