HÜRRİYET

Memleketimizde bir savcı mutlaka vardır!

AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’nin, bir arazinin imar durumunu değiştirmek için 1 milyon dolar almış olması, “kişisel bir olay” gibi değerlendiriliyor.

Ve hata da burada yapılıyor. Bu sadece Dişli ile ilgili bir olay değil.

Bu işin, bir tek kişinin nemalanacağı bir tezgáh olmadığını da görmek gerek.

Söz konusu arazi, köylülerden 3 milyon 400 bin dolara alındı ve arazinin imar durumu değiştirilerek 13 milyon dolara bir İngiliz şirketine satıldı.

Kaba bir hesapla 10 milyon dolara yakın bir kár var bu işte.

Arazinin imar durumunun nasıl değiştirileceği yasalarda yazılı!

Büyükşehir Belediyesi’nin, Silivri Belediyesi’nin imar planlarını yapma yetkisi kimlerdeyse, onlara da bazı sorular sormamız gerekiyor.

Şaban Dişli’nin, bu işte yapacağı aracılığın sonucunda nasıl bir rant doğacağını en iyi bilebilecek durumda olanlar o kişiler çünkü.

Ve o rantı kuruşuna kadar hesaplayabilecek durumda olanlar da onlar. Ve herhalde Şaban Bey’e bu iyiliği “parti büyüğümüz geçimini temin etsin” diye yapmamış olmalılar.

Şaban Bey’in 1 milyon dolar kazandığı bir işte gözlerinin kalıp kalmadığını, kendilerine de bir şeyler alıp almadıklarını elbette bilemiyoruz.

Ama bunu savcılar kolayca öğrenebilirler.

Sebepsiz yere zenginleşmeleri, banka hesaplarındaki oynamaları, oğlanın sünnetinde, kızın düğününde takılan altınların böyle bir zenginleşmeyi sağlayıp sağlayamayacağını bulmak, günümüz koşullarında bir savcı için çocuk oyuncağı olmalı.

Eminim ki memleketimizde, iktidar gücünü kullanarak zengin olanlara karşı bir soruşturma yürütme cesareti gösterebilecek bir savcı mutlaka vardır!

AKP medyasının görmezden geldiği bölüm

ERGENEKON İddianamesi’nde yer alan bir tanık ifadesindeki küçük bir ayrıntı dikkatimi çekti.

Tanık Osman Yıldırım (ki davanın en önemli tanıklarından biridir) ifadesinde, Malkara’daki bir yağ fabrikasının, Ergenekon Çetesi tarafından tehdit ile nasıl ele geçirildiğini ve bu fabrikanın satışından gelen paranın nasıl paylaşıldığını anlatıyor.

İfadeye göre çete, Veli Küçük’ün emir ve komutasında bu fabrikanın satışından 50 milyon dolar almış. Tanık Osman Yıldırım, bunun 5 milyon dolarının nakit olarak kendisine verildiğini anlatıyor. “Geri kalan para da Veli Küçük, Çevik Bir, Hasan Özdemir, İsmail Özden ve Hüseyin Çil arasında paylaşıldı” diyor.

Buraya kadar olan bölümü AKP medyası ballandırarak tefrika etti. Ben de bir yazımda gerçekliği kolayca anlaşılabilecek bir el koyma ve satış işleminin, bunun doğruluğu kanıtlanmadan davada sanık ya da tanık olarak adı bile geçmeyen insanları zan altında bırakacak şekilde yayımlanmasını eleştirdiğimi hatırlıyorum. Burada isimleri ben de tekrarladım; çünkü gazetelerde günlerce tefrika edildi.

Tanık Osman Yıldırım’ın bu konudaki ifadesi şöyle devam ediyor:

“Ben almış olduğum 5 milyon dolar nakit parayı avukat …… vasıtasıyla ……’e verdim ve … TV kanalına gayri resmi ortak oldum.”

İfadenin bu bölümü nedense söz konusu gazetelerde hiç yayımlanmadı.

Önce açıklıkla şunu belirtmeliyim: İfadedeki isimleri noktalayarak verdim; çünkü söz konusu kişinin böyle bir işe girmiş olabileceğine inanmıyorum.

Doğruluğuna inanmadığım bir ifadeyi aktarırken ismini buraya yazmış olsaydım, bir dezenformasyon çabasına alet olurdum ve bu beni üzerdi.

Beş milyon dolar verip de bir şirkete ortak olan birisinin eline küçücük de olsa bir imzalı káğıt almamış olmasındaki garipliğe de ayrıca dikkatinizi çekerim.

Savcılığın bu ifadeye nasıl güvendiğini, ifade içeriğinin incelenmeden doğruymuş gibi kabul edilmesini anlayamıyorum.

AKP medyası, ifadenin bu bölümünü bilerek atladı; çünkü amaçları Ergenekon İddianamesi içeriğini siyasal ve toplumsal baskı için kullanmaktı.

İfadede kendi politik duruşlarına göre o gün için hedef olarak gördükleri isimleri yayımladılar, gerisini görmezden geldiler.

Nitekim bu soruşturma süreci boyunca böyle oldu.

Doğruluğu ya da yalan olduğu kolayca kanıtlanabilecek ifadeler, gerçekmiş gibi sunuldu.

Malkara’da bir yağ fabrikası var mı? Bu yağ fabrikası söz konusu tarihlerde ifadedeki gibi 50 milyon dolara el değiştirdi mi? Bu paralar kimlere gitti? Bu bilgilere ulaşmak savcının olanakları dahilindeydi!

Eğer gerçek bir soruşturma yürütülmüş olsaydı ve bu ilişkiler kanıtlansaydı, hiç kuşku duymayın savcılık söz konusu isimleri de “sanık olarak” iddianamesine eklerdi. Ama böyle bir şey yapmadı.

Ne kadar güvenilir olduğu tartışılacak bir tanığın ifadesini iddianamesine gerekçe yaparak haklarında dava açmaya gerek görmediği isimleri bile zan altında bıraktı.

Muazzam bir dezenformasyon ve psikolojik savaş ile karşı karşıyayız.

Kişisel olarak Ergenekon isimli bir örgütün varlığına, bazı karanlık işler çevirmiş olduklarına ikna olmuş durumdayım.

Ancak, bu işle hiç ilgisi olmayan insanların isimlerinin uyduruk ifadelerle, sahte belgelerle soruşturmaya karıştırılmış olmasını kabul edemiyorum.

Son örneğini Hayali Küçük Ali ile Hayali Küçük Veli sahteciliğinde yaşadık.

Böyle savruk bir soruşturmanın, gerçek suçu ve suçluyu laf ve belge kalabalığı arasında kaybetmesinden de endişe ediyorum.