“O ses” taraftarlarını da huzursuz ediyor
Konda Araştırma Genel Müdürü Bekir Ağırdır, önceki gün www.t24.com.tr sitesinde ilginç bir analiz yazdı.
Benim için yazısındaki en ilginç bölüm şuydu:
“2011 Seçimlerinden beri bizzat iktidar eliyle, diliyle manipüle edilen kutuplaşmanın giderek şeytanlaştırmaya dönüştüğünü yaşıyoruz her gün, hayatın her alanında. Taraftarlarına aidiyet duygusu ve motivasyonu üreten iktidarın bu dil ve tarzının giderek kendi taraftarlarının bir bölümünde de huzursuzluk üretmeye başladığını gözlüyorum ben. Araştırmalarda ilk kez ‘Ak Parti karşıtlarının’ oranı ‘Ak Parti yandaşlarının’ oranını geçti.”
Cumhurbaşkanı, neredeyse her gün birilerini fırçalıyor.
Bundan kendisini kimse kurtaramıyor.
Bizzat kendi atadığı memurlarıyla bile kavgalı.
Bir vakitler yere göğe sığdıramadığı “ne istedilerse verdiği” Fethullah Gülenciler ile de!
Ettiği tarafsızlık yeminine rağmen her gün muhalefete laf yetiştiriyor.
Herkesin hayatına, işine gücüne karışma isteğini bir türlü engelleyemiyor.
Televizyonlardan, gazetelerden, radyolardan hergün yükselen o gergin sesin giderek daha fazla kulağı tırmalamaya başlaması sürpriz olmamalı.
Bu toplum, genel olarak kavgadan hoşlanmıyor, huzur arıyor.
Huzursuzluk kazanının altına sürekli odun atanların, bunu hesaplayamadıklarını görüyoruz.
Ve şimdi o ses, çıkmış “tek yetkili şirket yöneticisi gibi” davranmak için Başkanlık sistemini istiyor.
Bir yandan polis devleti uygulamalarıyla insanlar sindirilmeye, korkutulmaya çalışılırken, diğer yandan toplumdaki fay hatlarına abanılıyor, onun üzerinden taraftarlık keskinleştirilmeye çalışılıyor.
Ağırdır’ın sözünü ettiği araştırmalar, bu tehlikeli tırmanışın eskiden AKP’ye sempati duyanlar için de ürkütücü görünmeye başladığını gösteriyor.
Bu seçim gerçekten ilginç sonuçlara gebe gibi görünüyor.
——————————
Ya el – Beşir ile el sıkışanlar?
Başbakan Ahmet Davutoğlu, ABD Dışişleri Bakanı’nın “Esad rejiminin unsurlarıyla görüşebiliriz” demesi üzerine şöyle konuştu:
“Bütün bu katliamlardan sonra, kırmızı çizgi diye çektiğiniz kimyasal silahlara rağmen Esed’in oturup elini sıkarsanız, o sıktığınız tarihten silinmeyecektir. Ha Karacic’in, ha Saddam’ın, ha Esed’in eli sıkılmış. Hitler, Polonya’ya girdiğinde sessiz kalınması savaşa yol açmışsa, büyük acılar yaşanmışsa, bugün Esed’in elini sıkmak isteyenler Ortadoğu’da olacak her türlü zulmün vebalini omuzlarında taşırlar.”
Güzel konuşmuş, tebrikler!
Ama tutarlılık aramayın, bulamazsınız.
Esad, elinde halkının kanı olan bir diktatör yeni olmadı. Hep böyleydi, şimdi sadece kanın miktarı arttı, değişen bir şey yok.
Ve o diktatörü “kardeşim” diye bağrına basan, beraber bakanlar kurulu toplantıları yapmaya kalkışan, Esad’ın saraylarında ağırlanırken bunları hiç düşünmeyenler de bugün Başbakan olan Davutoğlu ile bugün Cumhurbaşkanı olan Erdoğan’dan başkası değildi.
Keşke bu zihin açıklığı mesela 5 yıl önce gerçekleşseydi, o zaman bu konuşma yerli yerine oturabilirdi.
Bir de Ömer Hasan Ahmed el – Beşir konusu var tabii.
Savaş Suçları Mahkemesi tarafından 300 bin kişinin ölümü ve 2 milyon 700 bin kişinin evini terk etmesiyle sonuçlanan “etnik temizlikten” sorumlu tutulan El Beşir.
Medeni bir memlekete giderse tutuklanacağı için sadece Türkiye’ye gelebilen el – Beşir.
Davutoğlu acaba kaç kere onunla el sıkıştığını hatırlıyor mu?
Hatırlamıyorsa da dert değil, kendisi de söylüyor zaten, o el sıkışmalar tarihten hiç silinmeyecek, hep hatırlanacak.
——————————-
Pişkinlik geçer akçe oldu!
İstanbul Üniversitesi’nde rektör seçimi yapıldı ve Prof. Dr. Raşit Tükel, en yakın rakibinden 300 oy fazla alarak seçimin galibi oldu.
Şimdi öğrenciler ve öğretim üyeleri imza topluyorlarmış ki rektörlüğe Prof. Dr. Tükel atansın, seçimde daha az oy alan birisi rektör olmasın.
Ne olacağını ben söyleyeyim:
Bu iktidar döneminde de, bundan önceki iktidarlar döneminde olduğu gibi kimin ne oy aldığının bir önemi olmayacak.
Şimdi YÖK, seçim sonuçlarına aldırmadan bir liste yapacak, Cumhurbaşkanı’na yollayacak.
Cumhurbaşkanı da yine seçim sonuçlarına aldırmadan, kendisine yakın bulduğu bir ismi rektör olarak atayacak.
Seçimmiş, sandıkmış umurlarında olmayacak.
Seçim sonuçlarına saygı duyma meselesi, işlerine gelen seçim sonuçları için geçerli bir durum çünkü.
Seçimi kazandılarsa “sandık iradesi”, kaybettilerse “kanun bize bu yetkiyi veriyor” mazereti!
Tabii asıl ilginç konu, seçimde öğretim üyelerinin çoğunluğunun oyunu almadığı halde, sırf partizanlık nedeniyle bu göreve atanacak öğretim üyesinin durumu.
Üniversitede dolaşırken bilecek ki aslında seçilen kendisi değildi!
Meslektaşlarının, öğrencilerinin yüzüne nasıl bakacak?
Bir akademisyen olarak, hak etmediği bir görevin kendisine verilmesini içine sindirebilecek mi?
Onun da bunu dert edeceğini sanmıyorum.
Çünkü, “pişkinlik” bir süredir bu ülkede geçerli bir ruh durumu oldu.
Seçimi kaybedenin de aynı “pişkinlikle”, kendisine verilen görevi kabul edip, ortalıkta gerine gerine dolanacağını şimdiden söyleyebilirim.
—————————–