HÜRRİYET

Olur böyle vakalar, Adliyemiz sadece bakar

Reza Zarrab’ın Amerika’da tutuklanmasının Türkiye’de de bazı sonuçlar doğurabileceğini düşünenlerin morallerini bozmak istemem ama ileride hayal kırıklığına uğramamaları için bunu söylemek zorundayım:
Bu tutuklama ve Amerika’daki yargılamanın, Türkiye’de bir hukuki sonuç doğurması bana pek de mümkün gibi görünmüyor.
Evet, Zarrab’ın yargılanması sırasında Türkiye’de dönen dolaplar, alınıp – verilen rüşvetler ile ilgili bazı bilgiler edinebiliriz ama bunların çoğu zaten bildiğimiz ama üzeri örtülen bilgilerden daha ileri olamaz diye düşünüyorum.
Zarrab’ın kime ne kadar para ödediği, bakanlarla ilişkisi her şey ortadaydı ama bakanlar yargılanamadıkları gibi Zarrab da savcılık marifetiyle suçlamalardan kurtulmayı başardı.
Bu sadece Zarrab ve rüşvet davaları ile ilgili bir durum da değil.
Hatırlayın, Deniz Feneri yargılamasının ne olduğunu.
Alman mahkemesi “asıl suçlular Türkiye’de” dedi, işlenen suçun “yüzyılın vurgunu” olduğunu kararında yazdı ama bunlar Türkiye’de bir sonuç doğurmadı.
Az kalsın bu olayı ciddi olarak soruşturan savcılar bile hapse atılacaktı.
Savcı değişti, mahkeme değişti, suç tipi değişti ve sanıklar ellerini kollarını sallayarak mahkemeden çıkıp gittiler.
Siemens yolsuzluğu, denizaltı yolsuzluğu, Smith Wesson rüşveti ise Türkiye’de dava konusu bile olmadı.
Onun için Reza ne derse desin, Amerikalı savcı hangi kanıtları ortaya sürerse sürsün, Türkiye’de bu işe bulaşan kimseye dokunulmaz.
Biz de Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları olarak adaleti başka ülkelerin mahkemelerinin sağlamasını beklemek gibi bir garip durum içinde kala kalırız.
—————————————
 
Yandaş medya panikte
 
Yandaş medya Reza Zarrab’ın Amerika’da hapse atılmasını ve hakkında 75 yıl ceza istenmesini okuyucularından sakladı.
Bu konuda birinciliği Şems Ethem’in Akşam gazetesi elde etmiş bulunuyor, kendilerini tebrik ederim.
Akşam, Reza Zarab’ın tutuklanması ile ilgili haberi hiç vermezken iç sayfalarında Halkbank’ın “soruşturmayla ilgimiz yok” açıklamasını yayınladı.
Okuyucuları, bunun ne soruşturması olduğunu anlamakta bir hayli zorlanmış olmalılar.
Diğerleri de Reza Zarrab’ın tutuklanmasını gizleme gayreti içindeydiler.
Kimisi savcıyı haber yaptı, kimisi İran’a yönelik ambargonun delinmesinden ABD’nin ne kadar rahatsız olduğunu!
Şems’in bir diğer gazetesi Star, tutuklanma haberini verirken “Büyük oyunda ikinci perde” başlığını da kullandı ki Zarrab’ın tutuklanması sanki bir komploymuş fikri uyansın.
Yandaş medya arasındaki ikincilik ödülünü kazanan ise Yeni Şafak oldu.
Yeni Şafak, Zarrab’ın avukatının açıklamalarını verdi “17 Aralık ile ilgisi yok” başlığını kullandı.
Haberin, yandaş medyada nasıl bir panik yarattığını gösteren bir başlık bu.
AKP hükümetinin dizayn ettiği medyanın bu tutumu, aslına bakarsanız çölde saklanmak için kafasını kuma gömen deve kuşunu andırıyor.
Bütün vücudu dışarıda ama kendisi kimseyi görmeyince, görülmediğini zannedecek kadar kuş beyinli.
Sosyal medya kullanımının ne kadar yaygınlaştığından, artık bir haberi saklamanın mümkün olmadığından bile haberdar değiller.
Belli ki olur da Saray, gazeteleri okursa (ki okuduğunu hiç zannetmiyorum) sinirleri bozulmasın diye böyle yapıyor olmalılar.
Rockefeller’in son günlerinde, sadece iyi haberler yayınlanan özel bir gazetenin basılması gibi durumları.
————————————-
 
Bombacı terörist nasıl dikkatten kaçtı?
 
 
İstiklal Caddesi’ndeki terör saldırısını gerçekleştiren teröristin kolayca tanınmasını sağlayan şey, Emniyet’in yüz tanıma programı olmuş.
Deniz Zeyrek’in Hürriyet’te yayımlanan haberine göre fotoğraf arşivi, pasaport kontrollerinde çekilen fotoğrafları da kapsıyormuş ve bu nedenle katil kolayca teşhis edilebilmiş.
Daha önce yakalanmamış olmasının nedeni ise Emniyet’te bir suç kaydının olmamasıymış.
Burada bir tuhaflık var.
Teröristin Suriye’ye giriş çıkış yaptığı biliniyor, zaten fotoğrafı da bu girişler sırasında çekilmiş.
Nasıl olup da şüphelenilmemiş, orası garip.
Türkiye’den çok sayıda cihatçının IŞİD saflarına katılmak için Suriye’ye gittikleri ve sonra geri döndükleri yeni bir bilgi değil.
Kimse ona “sen Suriye’ye niye gittin, neden geri dönüyorsun, orada ne yaptın, geçimini nasıl sağladın” gibi basit soruları sormamış mı?
Söz konusu ülke, iç savaşın sürdüğü, ekonomisi tamamen çökmüş bir ülke.
Türklerin “turist” olarak gitmeyi en son düşünecekleri hatta hiç gitmeyecekleri bir yer.
Bir Türk vatandaşı, bu şartlar altında Suriye’ye gidiyor, bir süre kalıp geri dönüyorsa, bundan şüphelenmek gerekmez miydi?
Suriye’den girdiğinde sorgulanmış olsaydı, halinden tavrından ne olduğunu anlamak, polis için çocuk oyuncağı olurdu.
Ama belli ki Suriye’ye gidip, gelen Türklere karşı Emniyet birimleri yeterince uyarılmamış.
Savaşın ilk zamanlarındaki gibi isteyen elini kolunu sallayarak Suriye’ye gidip, geri dönebiliyor.
Bu olaydan sonra gerekli derslerin çıkarılmış olacağını ümit edelim.
Teröristleri bombaları patlatmadan yakalayalım, sonra eşkallerini ve kimliklerini kolayca bulmanın kimseye bir faydası yok çünkü.
———————————