Örnek vatandaş seçilmeliydi hapiste ölüyor!
HASAN Basri Aydın 85 yaşında, emekli bir edebiyat öğretmeni. “Tanrıya Mektuplar” isimli iki ciltlik kitabın yazarı.
Şu anda Metris Cezaevi’nde “zorunlu ikamete” tabi tutulmuş bulunuyor. Alzheimer hastası, kalp damarı tıkalı, sağ ayağı felçli!
Aydın’ın suçu gerçekten de çok ağır: Aydın, kendisinin demokratik bir ülkede yaşadığını zannediyor! Her vatandaşın temel anayasal hakkı olan dilekçe hakkını kullanmak gibi kötü ve affedilemez bir alışkanlığı var. Bilmiyor ki o hak, sadece kâğıt üzerinde güzel duruyor diye tanınmış.
Aydın, meslek yaşamı boyunca “bu huyu nedeniyle” 27 kere sürülmüş, bir kez vatandaşlıktan çıkarılmış, 7 kez cezaevine girmiş.
Suçu haksızlıklara isyan etmek, kamu görevlilerini Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakan diye ayırmadan dilekçe ile uyarmak!
Hiçbir haksızlığa “bu beni ilgilendirmez” diye gözünü kapamamış. Bu yönüyle aslında “örnek vatandaş” seçilmeyi hak ediyor ama burası Türkiye!
Son suçu eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’e bir dilekçe yazmak.
Hasan Basri Aydın , 10 yıl önce ölüm orucundaki karaciğer hastası Murat Dil ile kalbine yakın bir yerde bir kurşun yarasıyla cezaevinde yatan Sevgi İnce’nin tedavilerine izin verilmemesini kendisine dert etmiş. Hiç tanımadığı iki insanın, en temel insani haklarını korumak için.
“Devlet büyüklerine hakaret” ettiği ileri sürülen cümlelerinden birisi şu: “Devlet güçleri başlarını kumdan çıkarıp gerçekleri görsünler. Burası hukuk devletiyse böyle uygulamaların olmaması lazım! Hukuk devleti değilsek de bilelim, ona göre davranalım.”
Bu cümlesiyle Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği sonucuna varılmış.
İşkencenin yaygınlığına dikkat çektiği bir başka cümlesi de, Bakanlar Kurulu’na hakaret olarak yorumlanmış.
Aydın, iki ayrı davadan 1 yıl ve 1 yıl 2 aylık hapis cezaları nedeniyle cumartesi günü tutuklanıp, Metris Cezaevi’ne konuldu.
4 Aralık 2002 tarihinde Milliyet Gazetesi’ndeki köşemde, zamanın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e bir “açık dilekçe” yazarak yetkisini kullanmasını ve Aydın’ı affetmesini önermiştim. İşe yaramadığı anlaşılıyor.
Şimdi aynı dileği, Necmettin Erbakan’ı “yaşlıdır, hastadır” diye affeden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e de iletmek istiyorum.
Dilerim bu sefer işe yarar!
‘Eşitlik’ ilkesini unutmayalım
İÇİŞLERİ Bakanı Beşir Atalay, 10 yıl görev yapan polisleri askerlik hizmetinden muaf tutacak yasa tasarısını TBMM’ye gönderdi.
Böylece genç polislerin uzun süredir bekledikleri bir hak verilmiş olacak.
Önce bu duruma bir itirazım olmadığını belirteyim.
Ancak “eşitlik” konusunda bir itirazım var, çünkü Anayasamız bunu emrediyor!
Polislere neden böyle bir hak tanındığı açık! Kamu hizmetinde bulunuyorlar ve yaptıkları iş sonuç olarak “güvenlik” ile ilgili ve onu hangi üniformanın içindeyken yaptıkları topluma hizmet açısından çok fazla değişmiyor.
Ama aynı durumda olan başka kamu görevlileri de var.
Örneğin hekimler! Kamu hizmetlisi olarak çalışan hekimler, askere gittiklerinde de hekimlik yapmaya devam ediyorlar.
Onların da topluma verdikleri hizmet açısından, polislerden bir farkı yok. O hizmeti vermeye devam etmeleri için mutlaka askeri üniforma giymeleri neden gerekiyor? Ordunun hekim ihtiyacı da Sağlık Bakanlığı tarafından belirlenecek kontenjanlara göre kamu hizmetindeki hekimler tarafından “sivil olarak” pekâlâ karşılanabilir.
Aynı şey kamu görevlisi mühendisler, mimarlar için de geçerli. Hatta yargıç ve savcılar, avukatlar için de!
Şunu da unutmayalım: Askerlikten muaf tutulacak polislerin amiri konumundaki kaymakamlar neden askerlik yapmak zorunda oluyorlar? Onların da işi zaten bu değil mi?
Amacım “pişmiş aşa su katmak” ve polislerin kazanımlarını engellemek değil.
Ama Anayasa’nın eşitlik ilkesinin bozulmamasını sağlamak da her halde yine hükümetin görevleri arasında olmalı.
Siyasallaşmamış tarikat
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “siyasallaşmamış tarikatlara” saygılı olduğunu, ama siyaset ile ilgilenen tarikatlara karşı olduğunu söyledi.
Bir CHP’linin bunu söyleyebilmiş olması bile önemli bir şey elbette ama şunu söylemeliyim: Tek tek bireylerin ya da şu ya da bu şekilde örgütlenmiş insan topluluklarının siyasetten uzak durmalarını istemek, normal bir demokrasi için de, birey olarak bir demokrat için de tuhaf bir durumdur!
Siyaset ile uğraşmak, taleplerini demokratik bir ortamda dile getirmek ve bunları gerçekleştirmek için siyasi faaliyette bulunmak, herkesin hakkıdır.
Yeter ki fikirlerini zorla dayatmaya kalkmasınlar, işi şiddete dökmesinler, şiddeti bir siyasal mücadele biçimi olarak benimsemesinler.
İnsanı “politik hayvan” olarak tanımlamak eski Yunan’dan beri bilinen bir durum ve politika ile ilgilenmek temel bir hak sayılmalıdır.
İnsanları politikadan uzak tutmaya çalışmak esasen faşist rejimlerin işidir ve bunun için uğraşırlar. 12 Eylül rejiminin Türkiye’yi nasıl apolitik insanların yaşadığı bir yer yapmak istediğini unutmayalım.
Öte yandan Kılıçdaroğlu’nun bu beklentisinin günümüzde oldukça “naif” kaçtığını da belirteyim.
Tarikatları “folklorik bir unsur” gibi görmek, onlara sadece bir yerde toplanıp dua etme izni vermek, bu tarikatlar meselesinin yeterince çözümlenememiş olduğunu da düşündürtüyor bana.