Bakoyani beni çok güldürdü!
YUNANİSTAN Dışişleri Bakanı Dora Bakoyani, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ile görüştü.
Bugün Hürriyet’te okuyacağınız haberde Bakoyani’nin görüşme sırasında Rice’tan, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını istediği de anlatılıyor.
Rice da görüşme sonrasında yaptığı açıklamada bu isteği Türk hükümetine üst düzeyde defalarca ilettiklerini söyledi.
Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması konusunun ABD ile Yunanistan arasındaki üst düzey bir görüşmede konuşulması tuhafıma gitti.
Okul Türkiye’de, görüşme Amerika’da, görüşenler Yunan ve ABD Dışişleri Bakanları.
Belli ki Yunanistan’ın eski bir hastalığı yeniden nüksetmiş.
Bu eski hastalık Türkiye ile ilişkileri üçüncü ülkeler üzerinden yürütmek ve üçüncü ülkelerin Türkiye üzerine baskı yapmasını beklemek olarak tanımlanabilir.
Bakoyani’nin, ABD temasları ile ilgili haberi okurken bir yerinde gülmekten kendimi alamadım.
Yunanistan Dışişleri Bakanı, ülkesinin İslam dünyası ile “14 asırlık ilişkisi” olduğunu da söyleyerek, Batı ile İslam dünyası arasındaki anlayışa katkıda bulunacak kapasiteye sahip olduklarını kaydetmiş.
Ben Condoleezza Rice’ın yerinde olsam Bakoyani’ye şunu sorardım: 14 asır diyorsun ama Yunanistan Osmanlı’dan bağımsızlığını kazanalı sadece 185 yıl oldu. Ve Atina, bütün Avrupa ülkeleri arasında bir cami yapılmasına izin verilmeyen tek başkent olarak duruyor. Bu nasıl bir hoşgörüye karşılık geliyor?
Benim güzel manolyam!
O ağaca neden bu kadar bağlanmış olduğumu hiç bilmiyorum.
Yanıtını asla bulamayacağım sorulardan biri bu benim için.
Ağaç değil de bir kadın olsa, ona karşı hissettiklerimi “aşk” ile açıklayabilirim.
Ama o bir ağaç. Elbette canlı ama benimle sabah yürüyüşlerine çıkamaz. Bir yaz günü deniz kenarındaki bir gölgelikte bir şişe buz gibi beyaz şarabı paylaşamayız. Gece çimenlerin üzerine sırtüstü yatıp benimle birlikte yıldızları seyredemez!
Her bahar geldiğinde çiçeklerini açacak diye içimi bir heyecan kaplar.
Onunla olan özel ilişkimi bilen yakınlarım çiçek açtığını benden önce görürlerse mutlaka haber verirler.
Hafta başında bir öğlen vakti Işıl aradı. “Seninki gelin gibi süslenmiş yine” dedi.
O bir manolya ağacı. Manolyaların kışın yapraklarını döken cinsinden, M.liliflora!
Bebek’ten Etiler’e çıkan İnşirah Yokuşu’nun hemen başındaki okulun bahçesinde yaşıyor. Çiçekleri önce beyaz açıyor, sonra pembeleşiyor ve yapraklanmaya başladığında da çiçekleri tülden bir örtü gibi altındaki geniş gölgeliği kaplıyor.
Belki bu kadar güzel olmasının, çiçeklerinin bu kadar baş döndürücü olmasının nedeni bir okulun bahçesinde yaşıyor olmasıdır diye düşünmüyor da değilim.
Hepimiz ilk aşklarımızı ilkokulda yaşarız. O ilk aşklar hiçbir zaman ifade edilemiyor belki ama benim manolyam, dallarının altında hangi sessiz aşkların yaşandığını gayet iyi biliyor olmalı.
Ve belki de üzerindeki her çiçek, anlatılamamış, sessizliğe mahkûm edilmiş o masum aşklardan kaynaklanıyor.
Yolunuz Bebek’e düşerse sevgilinizle birlikte manolyamı görmeye gidin.
Dilinizde de bir minik şarkı olsa, daha iyi: Koklamaya kıyamam, benim güzel manolyam!
Barda şişe uçunca
BİR barda, bir şişenin havada uçtuğunu en son gördüğümde St. Louis’te bir barda “country” dinliyordum. On yıldan fazla oluyor.
Şişeden kurtulmak için askerlikte öğrendiğim gibi alçak sürünmeye geçmedim ama kafamı önümdeki standın altına soktuğumu hatırlıyorum.
Geçen gün The Famous Grouse’un düzenlediği Türkiye Show Barmenleri Yarışması’nda havada uçuşan şişeleri seyrederken o geceyi hatırladım.
Ama bu kez şişelerin uçuşmasının nedeni, sahnede çalınan müziği beğenmeyenler değildi.
Ülkenin değişik yerlerinden gelen barmenler tıpkı Tom Cruise’un Kokteyl filmindeki gibi şişeleri havaya atıp tutarak gösterilerini yaptılar.
Karışık kuruşuk içkileri pek sevmem ama yaptıkları kokteyller de özellikle yaz akşamları için bana içilebilir gibi geldi.
Ve şu dikkatimi çekti: Yarışmanın birinci ve ikincisi Almanya’da çalışan iki Türk barmendi.
Acaba bizim turizm meslek liselerinde barmenlik diye özel bir mesleğin olduğu gerçeği dikkate alınmıyor mu?