HÜRRİYET

Paris’teki cinayetler suç değil miydi?

“Suç olan bir eylemi övmek” diye bir suç var, bunu en iyi biz Türkler biliriz.
Yıllardır, bu suçu işlediği iddiasıyla kaç kişinin hapse tıkıldığını bile sayabilmemiz zor.
Evinde bir poster bulundu diye, bir yazısında bir cümle yazdı diye binlerce insan bu suçtan yargılandı, hatta bu suçu işlediği için “terör örgütüne de üyedir, sempatizanıdır” denilerek mahkum bile edildi.
Paris’teki terör saldırısının da bir suç olduğunu biliyoruz.
Ağır bir suç hem de!
Ama bu ülkede, Kouachi kardeşlerin gıyabında cenaze namazları kılındı, gösteriler yapıldı, suç olan bir eylem fütursuzca övüldü, savcıların harekete geçtiklerini de hiç görmedik.
Hakkını yemeyeyim, bir tek Bitlis’in Tatvan ilçesinde bir savcı, böyle bir eylemle ilgili soruşturma başlattı.
Üzerinde “Selam Olsun Allah’ın Resulü’nün öcünü alan Kuaşi kardeşlere. Allah şehadetinizi kabul etsin. Siz vurunca demokrasi, biz öç alınca terörizm” yazılı afiş asan bir kişi hakkında işlem yapıldı.
“Kouachi kardeşlere diyoruz ki; sizler bu saldırı ile biz Müslümanların yüzlerini ağarttınız. Rabbim de sizlerin yüzünü ahrette ağartsın, şehadetinizi kabul etsin inşallah” diyen Genç Müslümanlar Derneği Başkanı Ebubekir Karakaş için bir soruşturma başlatıldığını duymadık mesela.
Ensar Kardeşlik Platformu için de, Özgür Der Başkanı için de!
Ellerinde pankartlar ile Cumhuriyet’in önünde gösteri yaparken ellerinde Kouaşi kardeşlerin yaptığı işi destekleyen pankartlar taşıyanlar, bunu polisin gözünün önünde yaptılar.
Dışişleri Bakanı, Suriye ve Irak’ta aşırı dinci örgütlerin saflarında savaşan Türklerin bir gün memlekete dönüp, gelmelerinden endişeleniyor.
Onların gelmesini beklemeye gerek yok, öyle görünüyor ki bu topraklar da böyle düşünen insanlar için oldukça verimli!
Başkalarının canı yanmadan, devletin polisinin ve savcısının görevlerini yeniden hatırlamalarında yarar var!
İş işten geçtikten sonra “İslamda şiddete yer yoktur” demeçlerinin bir faydası olmaz.
Konuşarak olmuyor!
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Londra’da düzenlenen bir forumda konuştu ve “son üç yılda İstanbul,Küresel Finans Merkezleri Endeksinde 30 sıra birden atlayarak 42. konuma yükseldi” dedi.
Başbakan’ın sözlerinin düzeltilmeye ihtiyacı var!
Evet İstanbul bir dönem bu endekste yükseldi ama 83 kentin bulunduğu listede önceki yıl 44. sıradaydı, geçtiğimiz yıl 47. sıraya kadar geriledi.
“Geleceğin 9 finans merkezi” listesinde ise esamesi okunmuyor.
Bu konuyla ilgili olarak daha önce iki yazı daha yazmıştım, onun için listenin ayrıntılarına yeniden girmeyeceğim.
Başbakan, forumdaki konuşmasında şöyle diyor:
“Finans merkezi doğal olarak olmuyor. Bunu ancak bir dizi politika uygulayarak kazanabilirsiniz.”
Başbakan’ın uygulaması gereken “bir dizi politikanın” ne olduğu, endeksi hazırlayanların raporunda da yazılı zaten.
İstanbul’un gerileme nedeni de bu konularda Türkiye’nin geriye gitmiş olması.
İstanbul’un gerilemesinin nedenleri şunlar: Şeffaflık yok, öngörülebilir bir hukuk düzeni yok, ekonomiyi yöneten kurumlar bağımsız değil, objektif bir vergi düzeni yok, yolsuzluklar önlenemiyor.
Cumhurbaşkanı, banka batırmaya çalışıyor, vergi denetimi ise hükümetin hoşuna gitmeyen kişileri ve kurumları sindirmek için kullandığı bir silah haline gelmiş bulunuyor.
Vergi düzenimizde birçok şey öngörülebilir değil, keyfilik hakim.
Başbakan, hayallerden söz etmek yerine, bunları nasıl sağlayacağını, hangi reformları yapacağını açıklamalı.
Yolsuzlukları nasıl önleyecek, şeffaflığı nasıl sağlayacak, vergi düzenini nasıl objektif kılacak, öngörülebilir bir hukuk düzenini nasıl tesis edecek?
Bunları öğrenmeye ihtiyacımız var.
Böyle Meclis’ten başka sonuç çıkmadı
Dün bu köşede bir siyasi falcılık denemesi yaptım.
Yolsuzluk ve rüşvet ile suçlanan bakanların Yüce Divan’a gönderilmelerinin söz konusu olmadığını, çünkü ne AKP’nin içinde buna cesaret edebilecek 53 milletvekilinin çıkacağını, ne de muhalefetin “eksiksiz tam kadro” Meclis’e gelmeyi başarabileceğini yazdım.
Falcılığımın genl olarak doğru çıktığını söyleyebilirim ama AKP’nin vereceği fire konusunda yanıldığımı kabul edeceğim.
Çünkü bu kadarını hiç beklemiyordum.
Demek ki o partinin içinde hala koltuğundan çok memleketi ve hukuku düşünen birileri kalabilmiş.
Bu kadar baskıya, ihanet suçlamalarına rağmen bunu yapabilmiş olmaları kolay değildi.
Bu elbette AKP’yi siyaseten geri dönmeyecek bir durum.
Dün Taha Akyol yazdı, Kadir Has Üniversitesi’nin araştırması ortaya koyuyor ki,
Türkiye’de yolsuzluğu en önemli sorun olarak görenlerin oranı binde 6!
Ama öyle bir şey yaptılar ki, yolsuzluk soruşturmasını örteceğiz, soruşturmanın yolsuzluk zincirinde yukarılara doğru tırmanmasını önleyeceğiz derken, Türkiye’nin kurumlarını ezdiler, yok ettiler.
Bunun zararını da hep birlikte göreceğiz.