Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Polisin çifte standardına dikkat!

YÜKSEK Öğretim Sorunları Çalıştayı’nda üniversite harçlarına yapılan zamları protesto eden öğrencilerin polis tarafından nasıl yaka paça dışarı atıldıklarını televizyon haberlerinde izledim.

Çalıştay’ın yapıldığı salonun dışında toplanarak, üniversite sorunlarının öğrenciler olmadan konuşulmasını protesto eden gençlerden 11’i de polis tarafından gözaltına alındı.

Hatırlayacaksınız, Topkapı Sarayı’ndaki İdil Biret konserini protesto etmek için saray kapısında toplanıp, terör estiren ve kapının önünde bir de “protesto namazı” adını verdikleri eylem yapanlar arasında gözaltına alınan hiç kimse olmamıştı.

Aynı kentte, iki ayrı protesto eylemi ve polisin iki gruba iki farklı tutumu var.

Açıkça görülüyor ki polisin, protesto gösterilerine yaklaşımı “bizden olanlar ve bizden olmayanlar” şeklinde farklılık gösteriyor.

Bunun ne demek olduğunu 12 Eylül öncesini yaşayanlar gayet iyi biliyorlar.

Sonunda polis tarafından desteklenerek azdırılan bir grup ortaya çıkacak ve o grubun azgınlıklarından korunmak için polise değil, kendi gücüne güvenen diğer grup da karşı cephede yerini alacak.

Sonunun nereye varacağını görür gibiyim.

İstanbul’a yeni bir Emniyet Müdürü atandı. O müdür, terfileri gerekçe göstererek kendi kadrosunu kurdu.

Artık İstanbul’a alışma döneminin de geride kalmış olması gerekiyor çünkü emniyet müdürü ilk kez bir büyük kentte bu işi yapan birisi değil. Bilmeli ki polisin bu tutumunun en büyük zararı kendisine dokunacak.

Polisin taraflı davrandığı inancı yaygınlaştıkça, saygınlığı azalacak ve bunun yaratacağı asayişsizliğin faturası Emniyet Müdürü’ne çıkacak.

Topkapı Sarayı’ndaki olaydan sonra yazdığım yazıda bu tehlikeye dikkat çekmiştim. Demek ki eleştirim henüz yerine ulaşmamış.

Ben bir kez daha uyarmak istiyorum: Polisin çifte standart uygulamasının önüne geçmek, yeni Emniyet Müdürü’nün ilk görevi olmalıdır.

TBMM bu işe duyarsız kalmamalı

HALİS Toprak’ın, kendisinden 54 yaş küçük ve henüz reşit olmamış bir kız çocuğu ile evlenmesine karşı oluşan kamuoyu tepkisi, Medeni Kanun’umuzu gözden geçirmemiz için bir fırsat olmalıdır.

Kız çocuklarının okutulamayarak, küçük yaşta evlendirilmeleri sorunu, büyük ölçüde dini ve toplumsal taassuptan kaynaklanıyor. Başbakan’ın bile oğlunu 18 yaşından küçük bir kızla evlendirdiği bir ülkede yaşıyoruz.

Cumhurbaşkanı da gençliğinde aynı şeyi bizzat yapmıştı.

Öyle görünüyor ki kamuoyunda yükselen tepki, büyük ölçüde gelin ile damat arasındaki yaş farkının büyüklüğüne odaklanmış durumda. Ama unutmamalıyız ki yaş farkının daha az olması, bu durumu günümüz medeni dünyası için kabul edilebilir kılmıyor.

Bu “toplumsal gerçeğimiz” diyerek geçiştirerek rahatça içimize sindirebileceğimiz bir durum değildir. Küçük yaştaki kız çocuklarının ana baba izniyle evlendirilmesini zorlaştıracak, daha kesin kurallara ihtiyacımız var.

Bugünkü TBMM çoğunluğunun dünya görüşü ve yaşam anlayışı bakımından bu durumdan bir rahatsızlık duyma olasılığı elbette çok düşük. Ama unutmalılar ki onlar, bu milletin oylarıyla seçildiler. Kendi küçük kızları için nasıl bir gelecek hayal ediyorlarsa, başkalarının küçük kızları için de aynı şeyi hissetmek zorundalar. Vicdan bunu gerektiriyor çünkü.

Önce silahlar sussun, gerisi kolay

GÜNEYDOĞU’daki PKK terörü ile mücadelede bugüne kadar yaşadığımız süreç gösterdi ki polisiye ve askeri önlemler ile bu sorunu çözümlememiz mümkün olamıyor.

On binlerce insanın yaşamına mal olan bu sorunu çözümleyebilmemiz, soruna çok daha geniş bir çerçevede yaklaşmamız ile mümkün olabilir.

Bunu görmek zorundayız.

Son haftalarda iktidarın, muhalefetin ve askerlerin, bu sorunun çözümü için tam olarak değilse bile nispeten bir fikir birliği içinde olmaları şansını kullanmalıyız.

Daha radikal ve bugüne kadar denenmeye korkulmuş yöntemleri konuşmak zorundayız.

Unutmayalım ki belli bir kesim için en acı verici çözüm sayılabilecek adımlar bile, dağlarda genç yaşında ölenlerin toplumumuza verdiği acı kadar olamaz.

Ama toplumumuzun bu noktaya gelebilmesi için atılması gereken ilk adımın terör örgütünün silahını tamamen bırakması ve dağlarda elinde silahla dolaşmaktan vazgeçmesi olduğu gerçeğini de herkesten önce PKK’nın ve DTP’nin görmesi gerekiyor.

Bir devletin, böyle bir duruma hoş görü ile bakamayacağını ve eli silahlı örgüt dağılmadıkça, silahlı mücadelenin de bedeli ne olursa olsun durmayacağını idrak etmek zorundalar.

Silahlar susarsa, çözüm için fikri olanların seslerinin duyulması mümkün olabilir.

Bu fırsatı kaçırmak ya da kaçırmamak, Türkiye Cumhuriyeti devletinden daha çok Kürtler adına konuştuklarını söyleyenlerin sorumluluğundadır.