ŞIRNAK’ın Uludere ilçesinde meydana gelen olayları televizyon haberlerinden izlerken Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sözlerini hatırladım.
Başbakan, sınır dışına çıkması söz konusu olan PKK’lıların “ancak silahlarını gömerek ya da mağaralara bırakarak” gitmeleri halinde güvenlik güçlerinin müdahale etmeyeceğini söylemişti.
Elinde silahıyla gezene güvenlik güçlerinin müdahale etmek zorunda olduğundan bahsetmişti.
Tam olarak kıyaslanabilir mi bilmiyorum ama bir “geri çekilme” vakası Uludere’de yaşandı.
Kuzey Irak’tan katır sırtına bağlanmış variller ile mazot getiren kaçakçılar, güvenlik güçleri tarafından fark edildiler.
Nasıl fark edilmesinler ki, toplam 120 katırdan oluşan bir kervandan söz ediyoruz!
Güvenlik güçlerinin kaçakçılara müdahale etmek istemesi üzerine köy ahalisi de ayaklanmış, Uludere yolunu kesmişti.
Kaçakçılar ile barış sürecini devlet adına Şırnak vali yardımcısı ve sınır tümen komutanı yürüttü.
Sürecin “akil adamları” da Şırnak İl Genel Meclisi’nin BDP’li üyeleriydi. Gönül liberallerden de bu listeye katmayı isterdi, ama oralarda bunlardan bulmak zor biliyorsunuz.
Her neyse, sürecin sonunda askerlerin bir bölümü helikopterlerle, bir bölümü de normal araçlarla, kimisi de yürüyerek geri çekildiler.
Bunun üzerine kaçakçılar yükleriyle birlikte köylerine döndüler, her biri 65 litre kaçak mazot alan varillerini evlerine taşıdılar. Artık bunu sonra nasıl satarlar, kaç paraya satarlar, benim sorunum değil.
Başbakan’ın söylediği sözlere geri dönecek olursak, güvenlik güçlerinin “bazı durumlarda” suçu ve suçluyu görmemek için geri çekilebildiğini böylece görmüş bulunuyoruz.
Bir de şu soru kaldı aklımda tabii: Dünyanın başka ülkelerinde de sınırı korumakla görevli bir ordu, kaçakçıları yakalamamak için ricat etmek zorunda bırakıldı mı hiç?
Başbakan biyoyakıt işine bir bakmalı
HOLLANDA Kraliyet Havayolları (KLM), New York ile Amsterdam arasında gerçekleştirdiği uçuşunda atık bitkisel yağlardan elde edilen biyoyakıt kullandı.
Daha önce de atık yağlardan elde edilen biyoyakıtlar değişik uçuşlarda deneme amacıyla kullanılmıştı.
Bu kez bir kıtalararası uçuşun tümü bu yakıtla gerçekleştirilmiş oldu.
Atık yağlardan elde edilen biyoyakıtın kullanılması çevrenin korunması için iki açıdan önemli: Bir yandan karbon salınımının azaltılması, diğer yandan atık bitkisel yağların yeraltı su kaynaklarını kirletmemesi.
Bu köşede daha önce de bu konuya dikkat çekmiştim.
Türkiye’de de atık bitkisel yağlardan yakıt elde edebilecek tesisler artık var. Türkiye’de yılda 350 bin ton bitkisel atık yağ yaratılıyor ve bunun 300 bin ton biyoyakıta dönüştürülmesi mümkün.
Atık bitkisel yağların kanalizasyon sistemine dökülmesinin yarattığı çevre kirliliği ise hesaplanamaz boyutta zararlar veriyor.
Ama Türkiye biyoyakıtı teşvik etmiyor, hatta cezalandırıyor.
Bizim ülkemizde bitkisel atık yağdan üretilen biyoyakıta bin litresine 1120 lira ÖTV uygulanıyor.
Yetkililer sık sık bu ÖTV’nin kaldırılacağından söz ediyorlar ama “tık” yok.
Başbakan gelecek nesillere temiz ve yeşil bir ülke bırakmaktan söz etti geçenlerde.
Bunu gerçekten istiyorsa biyoyakıt işine de bir eğilmeli.
Evet ama PKK’ya yetmez!
BİR yandan “akıllı insanlar heyeti” kurmak, diğer yandan TBMM’de bir araştırma komisyonu eliyle “süreci meşru hale getirmek” çabasının PKK için yeterli olmadığı görülüyor.
Abdullah Öcalan’ın “Silahları bırakıp çıkın” çağrısı yapması bekleniyordu ama o da son ziyarette böyle bir çağrı yapmadı.
“Umuyorum ki bu süreç gelişirken bir damla bile kan akmasın. Kimse kimseyi incitmesin” demekle yetindi.
Hükümet bu süreci gerçekten yürütmek ve ayrılıkçı terörü gerçekten bitirmek istiyorsa, bugüne kadar yürüdüğü yoldan giderek bunu başaramayacak, bu da açıklıkla görülüyor.
Dün Radikal’de yeni bir formülden söz ediliyordu: Sessizce çekilmek!
Yani PKK’nın silahlı adamları, silahlarını bırakmadan ama güvenlik güçlerinin önünden göstere göstere geçmeden, sınır dışına çıkacaklar.
Bu bir süreliğine de olsa ayrılıkçı terörü durduracaktır.
Hükümetin samimiyeti de bu çekilme işi tamamlanınca ortaya çıkacak.
Hükümet gerçekten insan haklarıyla ilgili düzenlemeler yapacak mı? Demokrasinin bütün kurumları işler hale gelecek mi? Seçim barajı inecek mi?
Doğrusunu isterseniz ben hükümeti bu konuda kararlı görmüyorum.
TBMM’ye parça parça sundukları yeni anayasa metni ortadayken, bütün ülkeyi demokratikleştirecek bu düzenlemeleri yapabileceklerine inanmak güç.
Bir yandan bütün gücü bir tek kişinin elinde toplamaya çalışırken, diğer yandan geniş demokrasi vaatleri inandırıcı değil.
