2 Şubat 2007 tarihli Sabah’ta Genel Yayın Müdürü Fatih Altaylı, Orhan Pamuk’un “Amerika’ya kaçışı” ile ilgili bir yazı yazdı.
Yazısında Orhan Pamuk’un “Türkiye’deki olaylardan tedirgin olduğu için”, Türkiye’yi terk etmeye karar verdiğini belirtti.
Pamuk’un, bankadaki hesabından 400 bin dolar çektiğini ve “uzun süre geri gelmemek üzere Türkiye’den ayrıldığını” anlattı.
Pamuk’un 400 bin dolar nakit ile ABD’ye nasıl girebileceğini düşünmemiş olabilir elbette.
Aynı gün Sabah’ın 5. sayfasında Merkez Haber Ajansı Muhabiri Cevdet Özdemir’in de bir haberi vardı.
Başlığı şöyleydi: “Yazar Orhan Pamuk, ders vermek için ABD’ye uçtu.”
O gün bunları okuyunca gülüp geçmiştim.
Sonra baktım ki “Orhan Pamuk kaçtı” dedikodusu bir efsane gibi dilden dile yayılıyor, üzerine yorumlar yazılıyor.
Bunun üzerine 6 Şubat günü bu köşede “Korkudan değil, çalışmak için gitti” başlıklı bir yazı yazdım ve Orhan Pamuk’un, önemli bir ABD üniversitesinde sözleşmesi olduğunu, bu nedenle ABD’ye gittiğini anlattım.
Dün Sabah’ın birinci sayfasında şöyle bir başlık vardı: “Terk etmedi, Nisan’da dönüyor!”
Haberin spotu da şöyleydi: “Tehdit üzerine 1 Şubat’ta ABD’ye giden Nobel ödüllü yazar Pamuk, dönüş bileti aldı.” Haberde Pamuk’un 6 Nisan’da geri döneceği anlatılıyor.
Borat bilmiyordur belki ama Amerikalıların “Easter”, bizim Paskalya dediğimiz HIristiyan bayramı bu sene 8 Nisan’a denk geliyor!
Pamuk da büyük olasılıkla bu “bayram tatilini” Türkiye’de geçirmeye geliyor.
Bazen gülmek için mizah dergisi almanın anlamsız olduğunu düşünüyorum, nasıl olsa Sabah var!
Bunun adı sansürdür işe de yaramaz!
BİRİSİNİN bana neyi izleme hakkım olduğunu, neyi izlememem gerektiğini söylemesinden hiç hazzetmem.
Aynı şekilde neyi okuyacağıma, hangi resme bakacağıma da kendim karar vermek isterim.
Bu nedenle “Kurtlar Vadisi”nin, radyo ve televizyon yayıncılığını denetleyip düzenlemekle görevli resmi bir kuruluşun uyarısıyla yayından kaldırılmasını onaylayabilmem mümkün değil. Bunun adına dünyanın her yerinde “sansür” denilir ki bundan iyi sonuç alınabildiği de bugüne kadar görülmemiştir.
“Kendini yönetecek kişileri seçme ehliyetine sahip insanların” neyi izleyebileceklerinin farkında olabileceklerini kabul etmek, demokrasi fikrinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Sorun, henüz yeterince olgun olmadıkları için bazı yayınlardan kolayca etkilenebilecek çocukları korumaktır ki bunun da yolu “sansür”den geçmez.
Program başına ebeveynleri uyaracak yazılar koymak, diziyi çocukların ayakta olmadığı saatlerde oynatmak en basit çözümlerdir.
Şunu unutmayalım: “Kurtlar Vadisi” gibi dizilerden, kitaplardan, filmlerden hoşlanmayanlar çoğunlukta olduğu zaman, böyle filmler de çekilmeyecek, çünkü izleyici bulamayacaklar.
Toplumumuzda böyle dizilerden etkilenip suça yönelebilecek kişiler varsa, onların bir şeylerden etkilenmeleri için herhangi bir “ilave müşevvik”e ihtiyaç da yoktur.
Bakın etrafınıza, her şey onları suça itmiyor mu?
Televizyon kameralarının önünde MGK
GENELKURMAY Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın “Kuzey Iraklı Kürtler ile kim görüşürse görüşsün. Ben asker olarak nesini görüşeceğim” sözleri üzerine yazılan yorumları okudum.
Genel eğilim Genelkurmay Başkanı’na hak veriyor.
Evet, bir yönüyle doğru: Genelkurmay Başkanı, Türkiye’nin dış politikasını yönetmediğine göre, gidip Kuzey Iraklı Kürt liderler ile görüşmeler yapmasını beklemek tuhaf olurdu.
Ancak, unutmamak gereken bir şey var: Bizim devlet hiyerarşimiz içinde Genelkurmay Başkanı, Başbakan’a bağlı. Anayasamız Silahlı Kuvvetler’in yurt savunmasına hazırlanmasında TBMM’ye karşı Bakanlar Kurulu’nu sorumlu tutuyor.
Genelkurmay Başkanı da kanunla belirlenmiş görev ve yetkileri açısından Başbakan’a karşı sorumlu.
Eğer günün birinde, Başbakan, Genelkurmay Başkanı’na, yurt savunmasının gerekleri için “Kuzey Iraklı liderlerle görüşme görevi” verirse ne olacak?
Bu nedenle, Genelkurmay Başkanı’nın böyle bir sözü herkesin önünde söylemesinin doğru olmadığını düşünüyorum.
Bu tür konuların konuşulacağı yer Milli Güvenlik Kurulu.
Televizyon kameralarının önü değil