Farkı yaratan Türkiye’nin laik düzeni
İSLAM Konferansı Örgütü’ne üye 57 ülkede 1.3 milyar kişi yaşıyor. Dünyanın değişik coğrafi bölgelerine yayılmış, toplumsal, siyasi ve daha birçok açıdan birbirine hiç benzemeyen ülkeler bunlar. Ortak paydaları, nüfuslarının çok büyük bölümünün Müslüman olması!
Cumhuriyet’in bu haftaki Bilim ekinde, Nature Dergisi’nde yayımlanan bir araştırma vardı.
Araştırma, İKÖ üyesi ülkelerdeki bilim ve teknolojinin durumunun bir fotoğrafını çekmeyi amaçlıyor.
Buna göre bilimsel araştırma ve geliştirme projelerine ayrılan pay, İKÖ üyelerinde Gayri Safi Milli Hasıla’nın binde 34’ü kadar. Dünya ortalaması ise aynı dönemde yüzde 2.36.
İçlerinde sadece Malezya ve Türkiye’nin bilimsel harcamalara ayırdıkları pay, orta zenginlikteki diğer dünya ülkeleriyle karşılaştırılabilecek düzeyde.
Bilimsel makale yayınında da yine Türkiye’nin ismi öne çıkıyor.
Dünyadaki “en iyi 500 üniversite” listesinde İKÖ üyesi ülkelerden sadece iki üniversite var ve ikisi de Türkiye’de.
Türkiye, birçok İslam ülkesinde var olan doğal zenginliklere sahip olmamasına karşın mühendis sayısından tutun da bilim adamı sayısına kadar hepsinden uzak ara önde.
Akademik yaşama kadın nüfusun katkısı açısından da durum böyle.
Ne oldu da Türkiye, sahip olduğu kısıtlı olanaklara rağmen, petrol zengini Müslüman ülkeleri geride bırakabildi?
Bu farkı yaratan bence iki önemli husus var: Birincisi Türkiye’nin, bin yıldan daha da geriye giden “çok kültürlü” bir toplum ve devlet geleneğine sahip olması ise ikincisi de 1923’ten sonra yaptığı “laiklik” tercihi!
Bunun değerini bilelim.
Koruma savaşında durum: 1-1
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan ile İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in korumaları arasında kırmızı halı üstünde başlayıp Başbakanlık binasının girişine kadar süren itiş kakışı orada olup izlemek isterdim.
Gerçi bu bir atletizm yarışması olsaydı, Erdoğan’ın koruma müdürünün, kırmızı halı üstünde Olmert’in koruma müdürünün öne geçmesini eliyle engellemesi faul kabul edilir ve yarışmacının diskalifiye olmasına yol açardı, ama olsun!
Gazeteler, benzeri bir yarışmanın İsrail’de de yaşandığını yazıyor. Orada kazananlar İsrailli korumalar olmuş. Demek ki bu işte de deplasmanda oynamak bir dezavantaj.
Önce kendi kendime şunu sordum: Misafir korumalar, Türkiye’de Başbakanlık binasında Olmert’in başına bir şey geleceğinden mi endişe ediyorlardı ki, içeriye top tüfek dalmak istediler?
Bunu ancak işgüzarlıkla açıklayabildim.
Sonra “acaba” dedim, “bizim korumalara güvenmiyorlar” mı?
Baygın Başbakan’ı, hastane bahçesinde kilitli otomobilin içinde unutanları belli ki onlar da okumuşlar.
Afrika gezisinde Başbakan’ın, korumasına “Senden bir yoğurt olmaz” dediğini de duymuş olmalılar.
Üzüldüm tabii.
Ama yine de yaptıklarının bir misafir için uygun bir hareket olmadığına karar verdim.
Bizde misafire değer verilir, bu kadar endişe etmelerine gerek yoktu!
’Aşkın gücü’ reklamları patlattı!
“SEVGİLİLER Günü”nün toplumsal yaşamımız içinde yer almasında benim de payım olmuştu.
Erkekçe’de Hıncal Uluç’un girişimiyle başladığımız kutlamaları, Kapris Dergisi’ni yayımladığım dönemde bir “reklam müşevviği” haline getirmeye çalışmış, bunun için afişler bastırıp Nişantaşı’nda mağazalara astırtmıştım.
Medya Takip Merkezi’nin 1-15 Şubat tarihleri arasındaki gazete, dergi ve televizyon yayınlarında yaptığı tarama ilginç bir tabloyu ortaya koyuyor.
Bu süre içinde 199 gazete ve dergide Sevgililer Günü ile ilgili olarak 2 bin 434 haber yayımlanmış.
217 köşe yazarı, 276 kez Sevgililer Günü yazmış ki bir de ben yazmadığıma şükrettim!
Televizyonlarda Sevgililer Günü’ne özel 2 bin 689 reklam yayınlanmış.
Yani herkes için iyi bir tablo: Medya kuruluşları iyi bir reklam geliri elde etmişler, firmalar mallarını satmak için fırsat bulmuşlar, çiçekçiler hayatlarının işini yapmışlar.
Ama beni en çok sevindiren şey ise insanların senede bir gün bile olsa birbirlerine “seni seviyorum” demeleri ve bunu göstermek fırsatı bulabilmiş olmaları.
Türkiye’de özellikle erkeklerin büyük bölümü, sevdikleri kadına bunu söylemeye çekinirler.
Bunu söylerlerse erkekliklerinden bir şeyler eksileceğini zannediyorlar sanırım.
Bu özel gün, bunu söylemenin insanda bir eksiklik yaratmayacağını göstermek için bir vesile oldu diye düşünüyorum.