Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Şaka yapmak bile tehlikeli

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın Denizli ziyaretinde protesto pankartları asılacağı yolunda ihbarlar alan emniyet güçleri alarma geçirilmiş.

Kentin değişik yerlerine pankart asmak isteyen 9 genç gözaltına alınmış.

Valiliğin karşısına pankart açmak isteyen gençleri polis durdurunca gençler pankartta bir şey olmadığını söylemişler. Ama polisin ısrarla açtırıp baktığı pankartta şunlar yazılıymış: “Pankartta bir şey yok dedik, dedik inanmadınız. Ne oldu şimdi?” 

Demokratik haklar filan bir yana sadece bu espri için bile gençleri serbest bırakmak gerekirdi, ama memleketimizde artık espri yapmak bile tehlikeli bir durum!

Hoşuna gitmeyen bir durumu protesto etmek, demokratik ülkelerde temel bir haktır.

Çevreye fiziksel bir zarar verilmiyorsa, insanların can ve mal güvenlikleri tehlikeye düşürülmüyorsa, emniyet güçlerine düşen görev, protesto gösterisinin sakince dağılmasını beklemektir. Protestocuları çevredeki başka kişilerden gelebilecek zararlara karşı korumak da polisin görevleri arasındadır.

Ama bizde böyle olmuyor. Her türlü protesto gösterisi aynı şekilde karşılık buluyor: Dayak, biber gazı, gözaltına almak.

Şanslıysanız bu kadarla kalıyor, belki bir dava açılıyor, küçük bir ceza ile paçayı kurtarıyorsunuz.

Ama “işini bilen” bir polisin ve savcının eline düştüyseniz, yandınız. Size bir gizli örgüt üyeliği suçu imal ediliyor ve ondan sonra kurtul, kurtulabilirsen.

Mahkemeye çıkana kadar en azından bir sene içerde kalıyorsunuz, derdinizi de kimselere anlatamıyorsunuz. Artık sayamayacağımız kadar çok insan şu anda bu nedenle cezaevlerinde tutuluyor. Bütün bunlar 12 Eylül rejiminin günümüze kadar hayatta kalabilmiş sonuçlarıdır. İktidar, 12 Eylül ile hesaplaştığını söylüyor ama özgürlüklerin kullanımını engelleyen 12 Eylül mirasına karşı bir tutumu da yok.

12 Eylülcüler, mahkemede yargılanıyor ama fikirleri hâlâ iktidarda!

En kısa yol şosedir!

ANAYASA Mahkemesi raportörü, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün görev süresinin 7 yıl olduğunu ve ikinci kez beş yıl için seçime girme hakkının da bulunduğunu rapor etti. Anayasa Mahkemesi’nin kararını verirken bunu dikkate alıp almayacağını şimdiden bilmek mümkün değil. Ama kişisel kanaatim o ki Anayasa Mahkemesi de farklı düşünmeyecek, elbette yargıçların Başbakan’ı kızdırmaktan korkmayacaklarını varsayarsak!

Bu tablodan sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “doğal bir rakibi”nin de olduğu düşünülebilir. Buna ihtimal vermiyorum. Abdullah Gül, eğer Erdoğan Cumhurbaşkanlığı seçimine girme niyetini belli ederse, aday olmayacaktır zaten.

Bu durumda Abdullah Gül’ün başbakanlığa heves etmesi de ancak ve ancak Cumhurbaşkanı’nın bugünkü yetkilerle görev yapabilmesi durumunda söz konusu olabilir.

Eğer Erdoğan, kendisi için hayal ettiği “başkanlık” ya da “güçlü yarı başkanlık” sistemlerinden birini anayasa hükmü haline getirebilirse, Gül’ün de başbakan olmaya o kadar istekli olmayacağını şimdiden söyleyebiliriz. Aslında her şey AKP tüzüğünden kaynaklanıyor.

Yoksa kimsenin “sistem” meselesini dert edeceği filan yoktu.

Başbakan, AKP tüzüğü gereği artık bir daha aday olamayacak ve bunu geçen seçimlerde de açıkladı zaten.

Şimdi bırakıp gitmeye de istekli olmadığı için sistem değişikliğini zorluyor, dünyada çok az ülkede demokratik bir yönetim kurulmasına olanak veren başkanlık sistemini arzuluyor.

Nazlı Ilıcak geçen gün Sabah’ta çok doğru bir öneride bulundu: Erdoğan için bütün sistemi değiştirmektense, AKP tüzüğünü değiştirmek ve Erdoğan’ın gelecek seçime de başbakan adayı olarak girmesini sağlamak.

Madem her şey bir tek kişinin isteği üzerinde şekilleniyor, bari en kestirme yoldan gidelim derim ben de!

Her gün pazartesi

BU pazartesinin şarkısını da Leman Sam’dan seçtim. Terk edip giden bir sevgilinin ardından yazılmış ve Leman Sam’ın yorumculuğuyla da gerçekten dinlenmeye değer bir şarkı. Adı “Her gün pazartesi!” Elbette radyo programı yapıyor değilim. Ama her pazartesi aynı soruları okumaktan sıkılan okuyucular için de bir şeyler yapmam gerekiyor, onlara bu hafta bu şarkıyı armağan ediyorum. İnternette kaydını bulup dinleyebilirsiniz. Şimdi yanıtlarını bir türlü alamadığımız sorulara geçebilirim:

1 – KPSS sorularını çalıp, dağıtan gizli suç örgütü ne oldu? Bu olayın üzerinden neredeyse iki yıl geçecek, ortada ne yakalanan var, ne de suçluların yakalanabileceğine dair bir belirti.

Başbakan, MİT Müsteşarı’na ve Emniyet Genel Müdürü’ne özel talimat verdi, “Suçluları yakalayın, dosyayı önce bana getirin” dedi, tık yok! Her pankartın ardında bir suç örgütü bulmayı başarabilen polisimiz ve savcılarımız, bu konuda suspus! Cumhurbaşkanı emir verdi, Devlet Denetleme Kurulu bu konuyu araştırdı, raporunu da yazdı ama o rapor da gizli tutuluyor. Çok merak ediyorum, acaba o raporda ne yazılı?

2 – O tarihte TBMM Başkanı olan Bülent Arınç’a suikast girişimi ile ilgili olarak ne yapıldı? Bu olay da neredeyse üçüncü senesini devirecek, ortada hiçbir şey yok. Ordunun kozmik odası bile bu iddia nedeniyle arandı, ama ne bir dava açıldı, ne de “yok hayır, bu iddia doğru değil” denildi. Merak ediyorum, acaba suikast iddiası bir palavra mıydı, gündemi etkilemek için o gün için uydurulmuş bir senaryo muydu?

3 – Suudi Arabistan Kralı, ziyaret ettiği ülkelerin liderlerinin eşlerine pahalı mücevherler hediye ediyor. Böyle bir alışkanlığı var ve bu nedenle onu eleştirmiyorum tabii. Parası var, ne isterse yapabilir. Ama bizim kanunlarımıza göre yabancı devlet görevlilerinden armağan alan kamu görevlileri bunu 15 gün içinde bağlı bulundukları kuruma beyan etmek ve hediyeyi Hazine’ye devretmek ile yükümlüler. Suudi Kralı’nın Türkiye’de devlet büyüklerinin eşlerine verdiği armağanlar ne oldu? Onlarla ilgili nasıl bir işlem yapıldı?