SON günlerde hem medya hem de finans çevreleri Doğan Grubu’nun iki olayını konuşuyor.
Bunlardan biri Doğan TV’nin yüzde 25’inin 375 milyon Euro’ya Alman Axel Springer Grubu’na satılması.
Diğeri ise Doğan Yayın Holding’in Almanya’da ProSieben Grubu’na talip olması ve en yüksek bedeli önermesi.
Geçen gün Avrupa’nın en büyük bankalarından birinin bir tepe yöneticisi beni aradı.
“Siz gazeteciler uyuyorsunuz” dedi.
“Neden” diye sordum.
“Yahu bu ülkenin üç büyük gazetesinden biri, iki küçük gazete, dört büyük televizyon istasyonundan biri, 15 küsur dergi ve bir dağıtım şirketinin tümünün devlet tarafından bir kişiye peşin değeriyle 300 milyon dolara satılmasının mürekkebi daha kurumadı. Neden bu satış nasıl oldu diye hükümete sormuyorsunuz? Baksana sadece televizyonların yüzde 25’i 375 milyon Euro ediyor.”
İşin şakası bir yana Doğan Yayın Holding’in Almanya’nın en büyük televizyon kuruluşuna talip olması bazı meslektaşlarımızın sinirini bozdu.
Bu normal. Büyük düşünme alışkanlığı olmayanların, büyük düşünen büyük girişimcileri anlayabilmesi o kadar kolay değil.
Dün gazetelerde bu arkadaşların yazılarını okurken “İyi ki patronları değilim” diye düşündüm.
Ben heyecanı aklından fazla arkadaşın patronu olsaydım şöyle derdim:
“Kardeşim, bu ülkede bir yayın kuruluşunun değerinin bu kadar yükselmesine neden sinirleniyorsun? Onun değerinin artışı, bizim kuruluşlarımızın değerini de yukarı çeker. Kıskançlıkla akıl dışı şeyler yazacağınıza oturun da kendi kuruluşlarımızı nasıl daha değerli hale getireceğimizi düşünün!”
Kapıyı çarpıp çıkmadan önce de şunu eklerdim: “Unutma, onlar bizim gibi değil, akılları senin hayal ettiğin gibi bu kadar karışık kuruşuk işlere ermez!”
Gökkuşağının bütün renkleri Salıpazarı’nda
BENİM gazeteciliğe başladığım yıllarda bir Türk ressamın yurtdışında bir sergiye bir tek eserle bile katılması önemli bir olay ve değerli bir haber olarak görülürdü.
O zamandan beri içime dert olan bir şeyi bugün yazayım istedim.
Bu haberlerde öyle bir “ton” olurdu ki, sanki bir Türk’ün bir sanat eseri ortaya koyması ve bunun Türk olmayanlarca beğenilmesi akıl alabilecek bir şey değilmiş gibi bir izlenim edinirdiniz.
Bundan daha kötüsünün yabancı dergi ve gazetelerde yer aldığını çok sonra fark ettim.
Onlardaki hava da genellikle ırkçı bir önyargıdan beslenirdi, “Aaa bir Türk resim yapabilmiş” gibi bir eda olurdu.
Gerçi Fikret Mualla, Komet, Ömer Uluç gibi büyük ressamlarımız vardı ve değerleri herkesçe kabul edilirdi ama ismini yeni duyurmaya çalışan sanatçılarımız ırkçı önyargılardan fazlasıyla nasiplerini alırlardı.
Bu düşünceler önceki gün akşam İstanbul’da açılan Artİstanbul sergisini dolaşırken aklımdan geçti.
26 Kasım’a kadar Salıpazarı’nda Modern Sanatlar Müzesi’nin hemen yanındaki iki antrepoda açık kalacak olan bu muhteşem sergiyi izlemenizi öneririm.
Bir yandan büyük ressamlarımızın ve heykeltıraşlarımızın eserlerini, diğer yandan bir daha hiçbir yerde göremeyeceğiniz özel koleksiyonlarda yer alan çok seçme eserleri izleyebilirsiniz.
Dikkatimi çeken ressamları tek tek yazmıyorum, isimlerini yazmayı unutacaklarımın gönül koymalarını istemediğim için.
Şunu söylemeliyim: Aşırı milliyetçi değilim. Bir resim eleştirmeni de sayılmam. Ancak, amatör bir resim meraklısı olarak Türk resminin bugün ulaştığı aşamanın bana gurur verdiğini söylemeliyim.
Papa’da bulaşıcı hastalık mı var?
PAPA 16. Benedikt’in gelecek hafta Türkiye’ye yapacağı resmi ziyaret öncesinde ortaya çıkan tabloya bakıp, “Papa’nın bulaşıcı bir hastalığı mı var acaba” diye düşünmeden edemiyorum.
11 Eylül terör saldırılarından beri başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere tüm AKP hükümeti kendisini “medeniyetler arası diyaloğa” adamış gibi görünüyordu.
Hatta bu uğurda, çağrılmadığımız toplantılara çağrılmak için ABD’ye torpil bile yaptırıldığını hatırlıyorum.
Ama tam Papa geliyor, bakıyorum Başbakan ve Dışişleri Bakanı Letonya’ya NATO zirvesine gidiyorlar. Diyanet’ten sorumlu Devlet Bakanı ve Medeniyetlerarası İttifak Projesi kapsamında oluşturulan “Akil Adamlar Grubu” Eş Başkanı Mehmet Aydın da Almanya yolcusu.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu ile görüşecek Papa’nın hükümetten kiminle görüşebileceği dün bu yazı yazılana kadar hálá belli olmamıştı!
Oysa bu gezinin yapılması aylar öncesinden programlanmıştı.
Ajandalara bakıp “Biz o gün yokuz, şu gün bekleriz” diyecek kimse yok muydu Dışişleri Bakanlığı’nda merak ettim doğrusu.
Hadi o zaman bu akıl edilemedi, zirveye bir yarım gün geç gitmek ya da üç- dört saat erken dönmek de mi kimsenin aklına gelmedi?
Bana öyle geliyor ki Papa, Almanya’daki o konuşmayı yapmasaydı, ziyaret sırasında Papa ile fotoğraf çektirmek ve “medeniyetler ittifakı nutukları” atmak için hepsi kuyrukta olacaktı.
Ama şimdi belli ki o fotoğraf karesinde olmanın, kendi “İslamcı” imajlarına zarar vereceğinden endişe ediyorlar.